21 Temmuz 2020

42 yıllık Solunum Kongresi bu yıl ilk kez dijital yapılacak

Türkiye’nin farklı illerindeki yaklaşık 4 bin 500 hekimi bünyesinde bulunduran Solunum Derneği TÜSAD, bu yıl 50’nci yılını kutlarken bir ilke daha imza atacak. TÜSAD bu yıl 42’ncisini düzenleyeceği Solunum Kongresi’ni dijital ortamda hayata geçirecek. Başta Covid-19 pandemisi olmak üzere göğüs hastalıkları ile tüm konuların ele alınacağı kongre bilimsel ve sosyal bir şölene dönüşecek.

Türkiye Solunum Araştırmaları Derneği TÜSAD’ın, 1978 yılından bu yana "tükenmeyen nefesle" gerçekleştirdiği Solunum Kongresi, bu yıl katılımcılarına bir ilki yaşatacak. Göğüs hastalıkları alanında ilk dijital kongre olacak SOLUNUM 2020, özel oturumlar, canlı sunumlar ve dijital stantlar gibi zengin içeriği ile katılımcılarını müthiş bir deneyime ortak edecek.

Ana hedefi; “Toplumsal ve mesleki eğitimi ve araştırmaları destekleyerek halkımızın akciğer sağlığını korumak” olan köklü bir dernek olmanın sorumluluğu ile hareket ettiklerini vurgulayan TÜSAD Başkanı Ülkü Yılmaz, şu bilgileri verdi: “22 Haziran 1970 tarihinde Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nin bir odasında bir araya gelen 9 akademisyenin çabası ile kurularak, alanında Türkiye’nin ilk uzmanlık derneği olan TÜSAD, bu yıl 50’nci yılını kutluyor. Yarım asırı devirdiğimiz bu önemli yıldönümü, koronavirüs pandemisi gibi tam da bizim alanımızı ilgilendiren olağanüstü bir döneme denk geldi. 50’nci yıl coşkusunu paylaşmak istediğimiz 2020 yılı, tüm üyelerimizin büyük bir özveri ile canla, başla çalışarak destan yazdığı bir yıla dönüştü. Biz de tıp bilimine ve halkımıza hizmet etmeyi amaç edinen bir dernek olarak, 50 yıllık tecrübemizle bir ‘ilk’e daha imza atmaya karar verdik. 2-8 Ekim tarihlerinde düzenlenecek kongremiz göğüs hastalıkları alanında ilk dijital kongre olarak, katılımcılarına pek çok yenilik sunacak ve çok önemli bir deneyim yaşatacak.”

HER ADIMI DÜŞÜNÜLMÜŞ BİR PROGRAM
Kongre Başkanı Mukadder Çalıkoğlu da, içinde bulunulan olağanüstü süreç nedeniyle göğüs hastalıkları topluluğuna evden ayrılmadan bilimsel eğitim, bilimsel haberler ve en iyi etkileşim imkanını sunmayı sağlamak istediklerini belirtirken, şunları söyledi:“TÜSAD Ailesi olarak, son beş yıl içerisinde dijital ortamda eğitim konusunda büyük adımlar attık. Kongre ve diğer toplantılarımızda birçok oturumu canlı yayınlıyor, ‘TüSAD AKADEMİ’ ve ‘SOLUNUM 365’ gibi uygulamalarımız ile tüm üyelerimize çevrimiçi eğitim olanağı sağlıyoruz. Şimdi de göğüs hastalıkları topluluğuna çevrim içi içerik sunma deneyimimizi, SOLUNUM 2020 DİJİTAL ile bir üst seviyeye taşıyoruz. Bu zorlu süreçte üyelerimizin de desteği ile göğüs hastalıkları topluluğunun mesleki gelişim ve dayanışması artarak devam edecek. Kongremiz her yıl olduğu gibi, heyecan verici eğitim programı, sözlü ve poster bildiri sunumlarının yanı sıra dünya çapında uzmanlık alanımızdaki son gelişmelerin tartışılacağı oturumları içerecek. Her adımı düşünülmüş bir programla, katılımcılarımıza dijital ortamda gerçekleştirilen bilimsel bir şölen sunacağız.”

HEDEF ODAKLI, DOPDOLU İÇERİK
“İhtiyaçlar yeniliklerin en önemli tetikleyicisidir” diyen SOLUNUM 2020 Bilimsel Komite Başkanı Sinem Nedime Sökücü ise içerikle ilgili şunları aktardı: “TÜSAD’ın bu yıl 42’ncisini düzenleyeceği Solunum Kongresi, alanında ilk dijital kongre olmanın farkını dopdolu içeriği ile katılımcılarına yaşatacak. Dijital kongremizde e-bildiriler ile tüm kabul edilmiş bildirilere ulaşılabilirken, yazarlara soru sorulabilecek. Kabul edilmiş sözlü sunum ve e-posterlerin sunum videoları bilimsel program üzerinden takip edilebilecek. Kongre sonrasında 31 Aralık 2020’ye kadar 3 ay süre ile kongrede yapılan tüm sunumlara ve oturum kayıtlarına açık erişim sağlanabilecek. Canlı yayınlar ve önceden kaydedilmiş oturumların yer alacağı kongrede içerik, ‘Bilimsel Program’ üzerinden takip edilebilecek. Kaydedilmiş tüm sunumlar izlenirken, canlı yayın oturumlarında oylamalara katılıp soru sorulabilecek, aynı zamanda sohbet alanında diğer katılımcılarla iletişim kurulabilecek. Dijital kongremizde özel oturumlar da bulunacak. Oturum aralarında açılacak olan ‘Zoom odalarda’ uzmanlar ile söyleşi gibi özel toplantılar yapılabilecek. ‘Dijital Stant Alanları’ ziyaret edilerek, içerikler incelenebilecek. Dijital stant alanında yer alan endüstri temsilcileri ile ‘Canlı Sohbet-Live Chat’ opsiyonu ile iletişim kurma ve diğer ziyaretçiler ile sohbet etme imkanı olacak. Hedef odaklı, dopdolu bir içerik sunacağımız kongrede katılımcıların etkileşim kurabilmeleri ve keyifli vakit geçirmeleri için farklı sosyal etkinlikler de planlanacak.”

Elma Tipi Vücut Yapısı Demansa Yakalanma Nedeni Olabilir

İngiltere’de 50 yaş üzerindeki kadınlar arasında yapılan bir araştırmada elma tipi vücut yapısına sahip 6500’den fazla kadının demansa yakalanma olasılığının %40 daha fazla olduğu belirtiliyor. Dr. Murat Berksoy özellikle kadınlar arasında daha yaygın olarak görülen


“Abdominal Obezite” konusunda uyarıyor:
“Yaşlanma sürecinde demansa yakalanma riskini elimine etmek için abdominal bölge ve bel bölgenizde biriken yağlardan dolayı elma tipi vücuda sahip kadınlar olarak yaşam tarzı seçimleriniz ve beslenmenize dikkat etmelisiniz”

İlerleyen yaş ile birlikte kadınlarda metabolik olarak kalori yakma yeteneği yavaşlıyor, kilo yönetimi de menopozla birlikte hormonal değişimler nedeniyle giderek zorlaşıyor. Bu dönemde işlenmiş gıdalardan uzak durmak, sebze ağırlıklı beslenmek, düzenli egzersiz yapmak gibi önleyici yaşam tarzı değişiklikleri ile kilo yönetimi konusunda başarı sağlayabilirsiniz. Üreme Sağlığı ve İmmunolojisi Uzmanı Dr. Murat Berksoy beslenme ve yaşam tarzı seçimlerinin yaşam sürecinde obezite ile olan ilişkisinin, ileri yaşlarda beyinle ilgili sorunlarda da etkili olduğunu belirtiyor.

Sadece kilo alıp vermek değil, vücut kitle indeksi (BMI) ve bel çevresi ölçüsünün düzenli olarak ölçülmesi gerektiğini vurgulayan Dr. Murat Berksoy, metabolik hastalıklarla ilgili ancak bu şekilde farkındalık sağlayabileceğimizi ekliyor. Elma tipi vücut yapısına sahip kadınların özellikle menopoz öncesi ve menopoz döneminde kilo alma eğiliminde olduklarını belirten Dr. Berksoy, sağlıklı bir yaşlanma süreci için kilo yönetimine önem verilmesini öneriyor.

Obezite ve Demans İlişkisi
International Journal of Epidomology’de yayınlanan 6582 kadın üzerinde yapılan araştırmada BMI değeri 30’dan daha yüksek olan obezite sınırında bulunan kadınların demansa yakalanma olasılığının, BMI değeri 18-25 aralığında olan normal kiloda kabul edilen kadınlardan daha yüksek olduğu açıklanıyor. BMI ile birlikte bel çevresi ölçüsünün de önemini vurgulayan araştırmada hem kadın hem de erkeklerin riskli grupta olduğu belirtiliyor.

Yapılan araştırmanın sonuçlarını değerlendiren Dr. Murat Berksoy, sorunun temelinde hücresel iletişimi sağlayan proteinlerin, yani sitokinlerin ve yağ hücrelerinden türeyen hormonların olduğunu vurguluyor. Bu şekilde vücutta bulunan fazla yağın, kan damarlarının beyne oksijen taşımasında sorunlar ortaya çıkartabiliyor. Maalesef demansa kadar ilerleyen bir durum yaşanıyor.

Demans hastalığı 21. yüzyılda en çok rastlanan sağlık sorunu olarak karşımıza çıkıyor. Yaşam kalitesini düşüren ve bakıma muhtaç hale getiren demans için farkındalık ve erken teşhis çok önemli. Toplumlarda yükselen obezite oranı, sağlıksız yaşam tarzı seçimleri ve çevresel faktörlerle bir araya geldiğinde tehlike çok daha erken yaşlarda ortaya çıkabiliyor. Risk faktörlerini erken yaşta belirleyerek, sağlıklı yaşam için adımlar attığımızda demans gibi birçok hastalığı da önleyebileceğimizi belirten Dr. Murat Berksoy, bütüncül sağlık ve koruyucu hekimlik ile bu sorunları toplumsal anlamda azaltabileceğimizi belirtiyor.



20 Temmuz 2020

"Geceleri mide ağrısı ile uyanıyordum artık çok rahatım"

Uzun yıllardır gastroozofagial reflü hastası olan 60 yaşındaki Sebahat Erdoğan hastalığı nedeniyle sürekli midesinde yanma ve hazımsızlık yaşamaya başladı. Son 10 yılda ise yanmalar kendi deyimiyle dayanılmaz hale geldi, sürekli kullandığı ilaçlardan artık fayda görmüyordu.. Bunun üzerine artık ameliyat olması gereken Erdoğan, Gastroenteroloji Uzmanı Prof. Dr. Cengiz Pata tarafından uygulanan endoskopik fundiplikasyon denilen ve ağızdan girilerek herhangi bir kesiye yol açmayan tedavi yöntemi ile sağlığına kavuştu. Babasını da genç yaşta mide kanserinden kaybeden Erdoğan, "Son 10 yıldır çekilmez bir hale gelmişti. Gece yataktan ağrı ile uyanıyordum. Ilaçlar yeterli olmuyordu.Şu anda çok rahatım" dedi.

20 YILDIR REFLÜ HASTASI

Hastasının 20 yıldır reflüsü olduğunu belirten Gastrointestinal Endoskopi Derneğive Yeditepe Üniversitesi Gastroenteroloji Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Cengiz Pata, "Sürekli ağzına acı su gelmesi, göğüste yanması gibi şikayetleri olan bir hasta. 20 yıldır hastalığı için ilaç kullanıyordu. Reflü hastalığındaki sıkıntı yemek borusu ile midenin birleştiği yerdeki kapakçığın gevşekliğidir. Uzun süre ilaç kullanmak zorunda kalan veya ilaç tedavisine cecapsız bazı hastalarda standartcerrahi ile yapılan fundiplikasyon operasyonu tercih edilir. Eğer açıklık çok geniş değilse endoskopik fudiplikasyon uygun alternatiftir vehastamızı bu yöntemle tedavi ettik. Endoskopik fundiplikasyon yöntemi endoskopi ile ağızdan girilerek hiçbir kesi olmadan,yemek borusunun alt ucunda kiaçık alanın, kabaca tabir edersek zımbalar atılarak kapatılmasıdır. Ocak ayından beri yaklaşık 12 hastamızı ameliyat ettik ve 11'i reflü ilaçlarından kurtardık. Umuyoruz ki reflü hastalığının sürekli ilaç ile tedavisi yakın zamanda tarih olacaktır."

"HER HASTAYA UYGULANMIYOR"
Tedavi yönteminin ülkemizde yeni uygulanmaya başladığını belirten Prof. Dr. Pata, "Ülkemizde ilk olarak hastanemizde uygulamaya başladık. Burada önemli olan üç cm üzeri açıklığı yani mide fıtığı olan hastalarda uygulaması şimdilik doğru olmaz. Günümüz şartlarında ufak açıklıklarda tercih ediyoruz bu yöntemi. Dolayısıyla doğru hastayı seçmek önemli" dedi.

Her hastanın reflü tedavisi için bu yönteme başvurmasının doğru olmadığını belirten Prof. Dr. Pata, "Reflü hastalığı farklı seyredebilen bir hastalıktır. Bazı hastalarda 2-3 ay ilaç kullandıktan sonra senelerce şikayet olmuyor. Bu hasta grubu için aralıklı ilaç kullanımı uygun olacaktır. Bazı hasta gruplarında ise ilacı kesmek mümkün olmuyor veya ilaçlara yanıt alamıyorsunuz. Bu hastalarda endoskopik fundiplikasyon yöntemi düşünülmelidir" dedi.

HER 5 KİŞİDEN 1'İNDE VAR
Gastro ozofagial reflü hastalığının toplumda çok yüksek oranda görüldüğünü belirten Prof. Dr. Pata, sözlerine şöyle devam etti: "Görülme sıklığı yüzde 20 neredeyse. Sokaktaki her 5 kişiden 1'inde reflü semptomları var ve bu oran yükseliyor. Bunu etkileyen faktörler ise fazla kilolar, yeme alışkanlığı, hareketzislik gibi etkiler. Türkiye Avrupa'nın en obez ülkesi durumunda şu anda. Tencere yemeklerinden de gittikçe daha çok vazgeçiyoruz. Bunlar elbette reflüyü tetikliyor."

Çok genç yaşlarda babasını mide kanserinden kaybettiğini ve kendisinde de 30'lu yaşlarında reflü başladığını belirten Erdoğan, "Yaklaşık 20 yıldır hergün mide ilacı alıyordum,son 10 yılda mide ağrılarım çekilmez hale geldi. Çok acı çekiyordum. Cengiz Bey bu yöntemin olduğunu söyledi. 8 ay düşündükten sonra yaptırdım ve çok mutluyum. Hiçbir şikayetim yok. Sürekli yanma, ağzıma acı su gelmesi, öksürük gibi şikayetlerim vardı. Gece ağrı ile uyanıyordum yataktan. Çok sıkıntılıydı. Ama artık çok rahatım, dört aydır ilaç almıyorum, yeniden hayattan zevk almaya başladım" dedi.

16 Temmuz 2020

Erken yumurtalık yaşlanması kronik hastalık habercisi

1995 yılından bu yana süren bir araştırma, yumurtalık yaşlanmasının kadınlarda kalp, diyabet gibi kronik hastalıklara yakalanma riskini artırdığını ortaya çıkardı.

Kadın Hastalıkları Doğum ve Tüp Bebek Uzmanı Op. Dr. Betül Kalay, Danimarka’nın Aarhus Üniversitesi’nde yapılan ve temmuz ayı başında gerçekleşen Avrupa İnsan Üreme ve Embriyoloji Derneği (ESHRE) kongresine sunulan araştırmanın detayları hakkında şu bilgileri verdi:

20 BİN GENÇ KADIN TAKİP EDİLDİ
“Danimarka’da 1995-2014 yılları arasında ilk tüp bebek denemelerinde tedaviye kötü yanıt veren ve az sayıda yumurta elde edilen 20 bin genç kadının takibinin değerlendirmesine dayanan bilimsel çalışma, bu kadınların sonrasında da yaşla ilgili hastalıklar açısından artmış risk taşıdığını gösterdi.

Çalışma grubu 1995-2014 yılları arasında 37 yaş altı olup, ilk tüp bebek denemelerini yapan kadınlardı. Bu kadınlar 2 bölüme ayrıldılar. 5 ya da daha az yumurta toplanan grup “erken yumurtalık yaşlanması”, 8 ve üstünde yumurta toplanan grup “normal” olarak değerlendirildi. İlk grupta bin 234 kadın, ikinci grupta 18 bin 614 kadın mevcuttu.

Takip eden 6 yıl boyunca her iki grup için kalp damar hastalıkları, tip 2 diyabet, kanser ve diğer ölüm sebeplerinin insidansı açısından analiz yapıldı.

RİSK YÜZDE 26 ARTTI
Erken yumurtalık yaşlanması olan grupta, diğer gruba göre tüm kronik hastalıklar açısından risk yüzde 26 arttı. İstatistiki açıdan en önemli risk artışı yüzde 39 ile kalp damar hastalıklarında gözlendi. Kanser riski açısından anlamlı bir farka rastlanmadı.

Bu araştırma erken yumurtalık yaşlanması gösteren genç kadınların, ilerleyen yıllarda kronik hastalıklara yakalanma açısından yüksek risk taşıdığını göstermektedir.

YAŞAM TARZINIZI DEĞİŞTİRİN
Yani düşük yumurtalık rezervi, sonraki süreçteki sağlık problemleri açısından anlamlı bir belirteç olabilir. Bu olgular için alınacak önlemler ve yaşam tarzı değişiklikleri risklerin azaltılması açısından faydalı olabilir.”

15 Temmuz 2020

ÇOCUKLARDA YAZ HASTALIKLARI VE KAZALARA DİKKAT

Anne babalar son dönemlerde kendilerini ve çocuklarını Covid-19’dan korumak için pek çok önlem alıyor. Ancak bu mevsimde çocukları bekleyen tehlikeler arasında sadece koronavirüs değil, yaz hastalıkları ve kazalar da bulunuyorYazın güneşli günlerinde, yeşil alanlarda ya da denizde geçirilen vakitler her ne kadar eğlenceli olsa da, dikkat edilmediği takdirde pek çok olumsuz durumu beraberinde getirebiliyor. Memorial Şişli Hastanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Bölümü’nden Doç. Dr. Ercan Tutak, çocuklarda görülen yaz hastalıkları ve bu dönemde sık yaşanan kazalar hakkında bilgi verdi.

Ağızda kuruluk ve halsizlik güneş çarpmasını işaret ediyor

Tatilde çocuklar vakitlerinin önemli bir kısmını dışarıda geçirmektedir. Kimi zaman park kimi zaman da deniz kenarında ya da havuzda geçirilen bu sürenin ne kadar ve hangi saat aralığında olduğuna dikkat edilmelidir. Güneşin tam tepede olduğu ve yeryüzüne ışınların dik olarak geldiği öğle saatleri, güneş çarpması için en riskli zaman dilimidir. Özellikle bu saatlerde oyuna dalıp uzun süre güneşte kalınması sıvı kaybına neden olabilir. Güneş çarpmasından şüpheleniliyorsa bu belirtilere dikkat edilmelidir:
  • Ağızda kuruluk
  • Halsizlik, bitkinlik, yorgunluk
  • Baş ağrısı
  • Baş dönmesi
  • İleri evrelerde bayılma, şuur kaybı
Güneş çarpması varsa sıvı tüketimi artırılmalı
Riskin en fazla olduğu öğle saatlerinde evde kalmak ya da gölgede zaman geçirmek güneş çarpmasına karşı alınabilecek en önemli önlemlerdir. Ancak belirtileri gösteren çocuklar varsa hemen serin bir yerde istirahat etmesi sağlanmalıdır. Çocuklar, az az ve sık sık beslenmelidir. Sıvı tüketimi artırılmalı ve baş ağrısını ifade edebilen çocuklara parasetamol içerikli ağrı kesiciler verilmelidir. Ayrıca ılık suyla duş almak da faydalı olacaktır.

Hijyenik olmayan gıdalar sindirim sistemini bozabilir
Yaz aylarında su tüketiminin fazla olması nedeniyle midenin asit içeriği biraz seyrelir. Ağızdan iyi yıkanmamış yiyeceklerle alınan mikroplar da kolaylıkla bağırsaklara geçer. Bu durum bağırsaklarda çok sayıda mikrop oluşmasına neden olur ve bağırsak hareketlerini artırarak ishal ya da kusmaya yol açar. Alınan mikrobun türüne göre bazen kanlı ishal ve ateş de olabilir. Bu durumda vakit kaybetmeden doktora başvurulmalıdır. Hafif ishal tabloları evde tedavi edilebilir.

İshale şeker, tuz ve karbonat karışımı iyi geliyor
Her türlü ishalde kaybedilen sıvı miktarı mutlaka yerine konulmalıdır. Bu süreçte bol su tüketimine dikkat edilmelidir. Bunun dışında şeker, tuz, karbonat ve su karışımı da doktora danışılarak hazırlanabilir. Kan içermeyen ishalin tedavisinde ağızdan azar azar, sık su alımı önemlidir. Kusma durumunda kaybedilen sıvı yerine damardan konulmaktadır. Bu nedenle doktora başvurulmalıdır. İshal durumunda ayrıca meyve suyu ve asitli içeceklerden uzak durulmalıdır.

Piknik alanlarında kene riski yüksek
Yaz aylarında kene tehlikesine karşı önlem alınması çok önemlidir. Özellikle piknik alanlarında geçirilen bir hafta sonunun ardından cilde siyah bir noktanın yapıştığı görülüyorsa mutlaka doktora gidilmelidir. Cilde baş kısmını gömen kene buradan emdiği kanla beslenerek giderek büyür. Kene ısırmasında en korkulan hastalık “Kırım Kongo Kanamalı” ateş hastalığıdır. Ancak her kene bu mikrobu taşımaz. Türkiye’de özellikle iç Anadolu ve Karadeniz’in iç kısımları Tokat yöresi hastalık taşıyan kenelerin yaşadıkları bölgelerdir.

Kenenin çıkarılması için sağlık merkezine gidilmeli
Kene vücutta görüldüğünde bir sağlık merkezine başvurulmalıdır. Bu konuda tecrübeli bir uzman tarafından kenenin çıkarılması önemlidir. Ayrıca kan sayımı yapılarak; ateş, ishal, halsizlik gibi herhangi bir belirti varsa değerlendirilmelidir. Akrep, yılan sokması artık pek sık karşılaşılan durumlar olmasa da, zehirli olup olmadığının ayırt edilmesi açısından doktora gidilmelidir.

Kıyafetlere leylak yağı içeren solüsyonlar sürün
Karınca, pire, tahtakurusu, sivrisinek sokma ve ısırmalarında ise önceden önlem alınmalıdır. Özellikle bu tür haşeratın bol olduğu bir yere gidilecekse kovucu olarak leylak yağı eczanelerden temin edilebilir. Bu yağ mümkünse dışarı çıkılmadan önce çocukların elbiselerine sürülmelidir. Alınan tedbire rağmen ısırılma gerçekleştiyse antihistaminik adı verilen kaşıntı önleyici bir şurup ve lokal sürülecek bir kaşıntı giderici merhem çocuğu rahatlatacaktır.

Çarpmalara buzla müdahale edilmeli
Çocukların en sık düşme ve çarpmaya maruz kaldıkları ikinci dönem, emekleme ve özelikle de yeni yürümeye başladıkları süreçtir. Ev ortamı yeni yeni emekleyen ve yürümeye başlayan çocuğa göre ayarlanmalı, alçakta yer alan elektrik prizleri çocuk kilitleri ile kapatılmalı, etrafta yer alan sivri- kesici eşyalar ortadan kaldırılmalıdır. Ufak tefek çarpmalar sonucunda oluşan morluklar için buz uygulaması cilt altı kanamanın toplanmasını ve yayılmamasını sağlar, ağrıyı alır. Kanamalı bir yara varsa üzerine bir tampon koyup doktora başvurmalıdır.

Havuz yerine deniz tercih edin
Çocukların havuza girmesi özellikle son dönemlerde koronavirüs tehlikesi nedeniyle önerilmeyebilmektedir. Buna karşın temizliğinden emin olunan denizler tercih edilebilir.
Ancak suya girilen saatlere ve denizde geçirilen süreye dikkat edilmelidir. Güneş ışınlarının dik geldiği vakitlerde denize gidilmemeli, dışarı çıkılmadan en az 15 dakika önce önce çocuklar için uygun olun güneş koruyucular cilde sürülmeli ve denize her girip çıkıldığında yenilenmelidir. Ayrıca şapka ve gözlük gibi fiziksel koruyuculardan da destek alınmalıdır.

Tatile çıkmadan bir ilkyardım çantası hazırlayın
Tatilde hem çocuğunuzun keyfinin kaçmaması hem de oluşabilecek her türlü kaza ya da hastalığa karşı önceden önlem alınmasında fayda vardır. Bunun için tatile özel bir ilkyardım çantası hazırlanabilir. Bu çantada özellikle şunlar olmalıdır:
Güneş yanıklarından korumak için yüksek koruyucu faktör içeren bir güneş kremi.
Ateşli bir hastalığa karşı parasetamol içeren bir ateş düşürücü şurup ve fitil.
Böcek sinek sokmalarına karşı sinek kovucu solüsyon, antihistaminik.
Mide–bağırsak enfeksiyonlarına karşı kusma giderici bir fitil.
İshal durumunda koruyucu prebiyotik içeren bir toz veya damla.
Bazı travmalarda bölgenin üzerine konulması için buz paketi.
Açık ve kanamalı yaralarda doktora gidene kadar kullanılabilecek steril gazlı bez.

29 Haziran 2020

ÇOCUKLARI TEHDİT EDEN 3 YAZ ALERJİSİ!



Tüm yaş gruplarında önemli ve yaygın bir sağlık sorunu olan alerji çocuklarda daha sık görülüyor. Öyle ki günümüzde her 3 çocuktan birinde alerjik bir hastalık tespit ediliyor. Alerji denildiğinde aklımıza genellikle bahar mevsimi gelse de, aslında yaz aylarında da bazı alerjilerde artış görülüyor; örneğin polen, güneş ve böceklerden kaynaklanan alerjiler gibi! Acıbadem International Hastanesi Çocuk Alerjisi Uzmanı Prof. Dr. Feyzullah Çetinkaya çocukları yaz mevsiminde artış gösteren 3 alerji etkeninden korumanın son derece önemli olduğuna dikkat çekerek, “Çünkü bu hastalıklar hafif belirtilerle ortaya çıkabileceği gibi, öldürücü anafilaksi şeklinde de ortaya çıkabiliyor. Ayrıca, bunlardan biri başladığında (örneğin alerjik nezle) ilerleyip diğer ve daha şiddetli tablolara da (örneğin astım) dönüşebiliyor” diyor. Peki yazın artış gösteren bu alerjik etkenlere karşı çocuklarımızı hangi önlemlerle koruyabiliriz? Acıbadem International Hastanesi Çocuk Alerjisi Uzmanı Prof. Dr. Feyzullah Çetinkaya çocuğunuzu alerjik reaksiyon oluşturan etkenlerden korumanız için almanız gereken önlemleri anlattı, önemli önerilerde ve uyarılarda bulundu.

POLEN ALERJİSİ
Bitkilerin üremeleri için gerekli olan genetik bilgiyi erkek yapılardan dişi yapılara taşıyan tanecikler olan polenler, ebatları mikronla ölçülebilecek kadar küçük oldukları için gözle görülemezler. Ağaç polenleri esas olarak ilkbaharda, çayır-çimen polenleri daha çok ilkbahar sonu ve yaz mevsiminde, yabani ot polenleri de yaz başından sonbahara kadar etkili oluyorlar. Çocuk Alerjisi Uzmanı Prof. Dr. Feyzullah Çetinkaya polenlerin alerjik çocuklarda göz, burun, cilt ve akciğerlerde sorunlara yol açabildiğine dikkat çekiyor. Bunlar gözlerde kaşıntı, sulanma ve kızarıklık; burunda kaşıntı, akıntı, aksırık ve tıkanma; ciltte kaşıntı ve kızarıklık ile akciğerlerde öksürük, hırıltı ile nefes darlığı gibi yakınmalar olabiliyor.

Ne yapmalı?
Polenlerden korunmanın kesin bir yolu olmasa da, alacağınız önlemler çocuğunuzun polene maruz kalma riskini azaltacaktır.

Alerjik olan bitkilerin bulunduğu ortamlarda, özellikle sabah 06:00 - 10.00 saatleri arasında bulunmayın.
Evinizin camlarını sabah saatlerinde açmayın.
Polen döneminde,dışarıdayken çocuğunuza maske, gözlük ve şapka takın. Özellikle rüzgarlı havalarda, havadaki polen miktarının arttığını unutmayın.
Eve geldiğinizde çocuğunuzu yıkayıp elbiselerini değiştirin.
Ev ve araçta mümkünse polen filtreli klima kullanın.
İletişim araçlarından bulunduğunuz yerdeki polen durumunu takip edip risklere karşı tedbirler alın.
Polenlerin yoğun olduğu zaman ve yerlerde çocuğunuza açık hava sporları yaptırmayın.

GÜNEŞ ALERJİSİ
Güneş alerjisi, cildin güneş ışığına maruz kalan bölgelerinde kaşıntılı ve kırmızı döküntülerin oluştuğu bir tablo. En yaygın şeklinde ciltte çok farklı renk ve biçimde döküntüler gelişebiliyor. Şiddetli güneş alerjilerinde sulu kabarcıklar, kurdeşen ile şişlik de oluşabiliyor.

Ne yapmalı?
Güneş alerjisine karşı almanız gereken en önemli önlem; çocuğunuzu direkt olarak güneşe maruz bırakmamak olmalı.
Özellikle güneş ışınlarının en dik geldiği 10:00-16:00 saatleri arasında çocuğunuzu dışarıya çıkarmayın.
Vücudunu kapatan ince ve uzun kollu kıyafetler giydirin. Güneş gözlüğü ile şapkasını mutlaka takın.
Dışarıya çıkmadan 30 dakika önce cildine güneş koruyucu uygulayın ve işlemi her 3 saatte bir tekrarlayın. Deniz veya havuza girdiğinde bu süreyi dikkate almadan, ürünü cildine tekrar yedirin.

BÖCEK ALERJİSİ
Çocuklarda böcek alerjileri özellikle yaz aylarında çok sık rastlanan ve can sıkıcı bir durum. “Böcekler arasında en sık arılar, sivrisinekler ve karıncalar alerjiye sebep oluyor” bilgisini veren Prof. Dr. Feyzullah Çetinkaya, arıların duyarlı vücutta hafif bir alerjiden öldürücü anafilaksiye kadar değişen durumlara yol açabildiğini belirtiyor. Prof. Dr. Feyzullah Çetinkaya anafilakside arı sokmasından birkaç dakika sonra ciltte kızarıklık ve kaşıntı, dil ile dudaklarda şişme, bulantı, kusma ile nefes darlığı gibi sorunlar geliştiğini söyleyerek,“Arı sokmasına bağlı hafif reaksiyonlarda iğneyi parçalamadan çıkarmak ve yara üzerine buz tatbik etmek yeterli olabilirken, anafilakside ise acil olarak bir sağlık kuruluşuna başvurmak gerekiyor” uyarısında bulunuyor. Karıncalar ve sivrisineklere bağlı gelişen alerjide de, arı alerjisine nazaran daha hafif ve yerel kaşıntı ile kızarıklık oluyor. Kızarıklıklar için antihistaminik veya zayıf bir kortizon içeren kremler sürülmesi yeterli geliyor. Prof. Dr. Feyzullah Çetinkaya arı veya diğer böcek sokmalarında, toplumda doğru sanılanın aksine yaraya amonyak sürmenin hiçbir yararı olmadığına dikkat çekiyor.

Ne yapmalı?
Kol ve bacakları kapatan uzun kıyafetler giydirin.
Çiçek renklerini andıran sarı, pembe, turuncu ve kırmızı renkli kıyafetlerden kaçının, kahverengi ile siyah gibi arıların sevmedikleri renkleri tercih edin.
Daha önceden arıya bağlı anafilaksi sorunu yaşamışsanız yanınızda hazır adrenalin iğneleri taşıyın.
Vücuduna koku yayabilecek parfüm ve benzeri şeyleri sürmemeye dikkat edin.
Sivrisinekler ve karıncalar için genel olarak önerilen sinek kovucu tabletler gibi önlemleri almanızda ise bir sakınca yok.

BELİRTİLERİ SIRADAN GÖRÜLME ORANI YÜKSEK

Her kadının biraz sancısı olur diye düşünüyorsanız yanılıyorsunuz! Olağan gibi düşündüğünüz ağrı, önemli bir sorunun belirtisi olabilir! Halk arasında “çikolata kisti” olarak bilinen endometriozisin rastlanma oranına da dikkat çeken Acıbadem Taksim Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Doç. Dr. Faruk Abike, her 10 kadından birinde rastlanacak kadar sık yaşadığını belirtiyor. Adet sancısı, ağrılı cinsel ilişki, regl döneminde yoğun kanama gibi belirtilerle kendini belli ettiğini söyleyen Doç. Dr. Abike,”Endometriozis bazen hiçbir şikayete de yol açmayabiliyor. Öyle ki hiçbir şikayeti olmasa bile kadınların yüzde 10-20’sinde bu duruma rastlanabiliyor. Ancak belirtileri yaşayan kadınlarda bu oran yüzde 60-70’e çıkıyor” diyor.

Vücudun farklı yerlerinde gelişiyor
Endometriozis; rahim içini döşeyen endometrium tabakasının olması gerektiği yerde değil, rahmin dışındaki başka bir bölgede büyüyüp gelişmesine deniyor. Öyle ki bu dokular, hiç akla gelmeyecek organlarda bile gelişebiliyor. Daha çok yumurtalıkta, periton adı verilen karın zarında, tüplerde görülse de, bazen bağırsaklara karaciğere, memeye yerleşip gelişiyor. Çok nadiren olsa da göz boşluklarında gelişip, kişi ağladığında kanlı gözyaşı şeklinde kendini belli ediyor. Beyine ilerlediğinde ise, bulunduğu bölgeye göre bambaşka sorunların oluşmasına yol açıyor.

Anne olmayı engelliyor
En sık yumurtalık, karın zarı ve tüplerde görüldüğü için hastanın anne olmasına engel oluyor. İnfertilite nedenlerinin arasında önemli bir yere sahip, endometriozisin tedavisinde öne çıkan laparoskopik cerrahi sayesinde yüz güldürücü sonuçlar elde ediliyor. Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Doç. Dr. Faruk Abike ağrılı adet ve cinsel ilişki, idrar yaparken zorlanma gibi belirtilerin hafife alınmaması gerektiğini vurgulayarak “Endometriozis tedavisi, laparoskopik cerrahi ile yapılan bir ameliyat. Bu yöntemle, hastanın kısa zamanda taburcu imkanı yüksek. Dolayısıyla laparoskopik ameliyatlar sonrasında çocuk sahibi olmak isteyenlerin bu arzusuna ulaşmaları kolaylaşıyor.” diyor.

Nedeni tam olarak bilinmiyor
Hastalığın nedenleri tam olarak bilinmiyor. Ancak adet kanaması yoğun olan kadınlarda daha sık görüldüğü düşünülüyor. Doç. Dr. Faruk Abike ailesel geçişe dikkat çekiyor. “Annede endometriozis görülmesi halinde kızında ortaya çıkma riski 7 ila 20 kat daha fazla oluyor” diyen Doç. Dr. Faruk Abike risk faktörlerini şöyle sıralıyor: “Genetik geçişin yanı sıra östrojene uzun süreli maruziyet yani erken adet görmeye başlamak ve geç menopoza girmek, doğum yapmamak, emzirmemek temel risk faktörlerini oluşturuyor.”

Tanısı basit!
İleri evrede endometriozis; infertiliteye neden olabiliyor. İnfertilitenin önemli bir nedeninin endometriozis olduğunu dile getiren Doç. Dr. Faruk Abike tanı süreci hakkında “İleri düzeyde endometriozisin tanısı basit bir ultrasonografi ile konulabilir. Bu hale gelmeden önceki oluşumların tanısı için laparoskopik yöntemle şüpheli bölgelere girilerek biyopsi yapılıyor.
Ancak bu da şikayeti olan herkes için gerekli bir yöntem değil” diye bilgi veriyor.

Çoğunlukla medikal tedavi yapılıyor
Hastalığın tanısının ardından medikal ya da cerrahi tedavi seçenekleri bulunuyor.
Ağrılı adet dönem ve cinsel ilişki şikayetlerinde medikal yolun tercih edilebildiğini ifade eden Doç. Dr. Faruk Abike “Tedavi seçeneklerinde temel belirleyiciler; hastanın yaşı, infertilite durumu ve çocuk isteği ile şikayetleri. Endometriozis tanısı konan hastaların yaklaşık yüzde 70’i ilaç tedavisinden fayda görüyor. Tedavide kullanılan düşük dozlu doğum kontrol hapları ile ayrıca rahim ve yumurtalık kanseri riskini azaltmak da mümkün oluyor. Bazı durumlarda da progesteron hormonu içeren üç ayda bir uygulanan iğneler kullanılıyor” sözleriyle konuyu ayrıntılandırıyor.

Laparoskopik cerrahi uygulanıyor
Kadınların belirtileri dikkate almaması ya da doktora geç başvurması gibi nedenlerden dolayı kimi zaman medikal yöntemler endometriozis tedavisinde etkili olamıyor. Bu gibi durumlarda halk arasında “kapalı ameliyat” olarak bilinen laparoskopik cerrahiye başvurulduğunu anlatan Doç. Dr. Faruk Abike yapılan işlemi şöyle anlatıyor:
“Laparoskopik cerrahide en az müdahale ile ameliyat yapmak mümkün oluyor. İki tane beş milimetrelik, iki tane on milimetrelik kesi ile karın içerisine rahatlıkla girilebiliyor. Karında bulunan endometriozis yapıları bu küçük kesilerden çıkarılarak hasta tedavi ediliyor. Hasta ameliyatın ertesi günü taburcu ediliyor, bir hafta sonra da günlük yaşamına dönebiliyor. Laparoskopik ameliyatların tercih edilmesinin önemli bir nedeni daha var. Açık ameliyatların bazılarında oluşan yapışıklık, laparoskopide yaşanmıyor. Bu da endometriozis tedavisinde çok önemli bir nokta” diyor.

Cerrahiden sonra anne olmak yararlı
Endometriozis tedavisi gören kadının çocuk sahibi olmak istemesi halinde ameliyatın hemen ardından tüp bebek tedavisine başlanmasının ayrıca yararlı olacağına dikkat çeken Doç. Dr. Faruk Abike “Çünkü zaten hamilelik ve emzirme dönemi endometriozisi gerileten durumların başında gelir” diyor.

Her 3 kadından birinde tekrar ediyor
Ameliyat olan her 3 hastadan birinde ileriki süreçte yeniden cerrahiye gidildiğini belirten Doç. Dr. Faruk Abike, düzenli kontrolün önemine de dikkat çekiyor. Düzenli kontrol, bu hastalığın erken evrede saptanmasını sağlıyor. O nedenle şikayeti olsun ya da olmasın bütün kadınların yılda bir kez mutlaka jinekolojik muayeneden geçmesi gerektiğini hatırlatıyor.