31 Mayıs 2020

Ameliyat Önerilen Tiroid Nodülünden İğneyle Eritme Yönetimiyle Kurtuldu

İstanbul’da yaşayan 36 yaşındaki Ozan Buçan'ın boğazında takılma ve baskı hissi oluşması üzerine doktora gitti. Tiroid dokusunda 36 milimetre çapında nodül, yani beze tespit edilen Buçan'ın bu bezesinin kötü huylu olmadığı anlaşıldı. Kendisine ameliyat önerilen ve beze ile birlikte tiroid dokusunun da alınması gerektiğini öğrenen genç adam, kötü huylu olmayan bu nodül için tiroid dokusunun alınmasını ve boynunda bir kesi izi olmasını istemedi. Yeditepe Üniversitesi Koşuyolu Hastanesi Endokrin Cerrahi Uzmanı Prof. Dr. Erhan Ayşan'a başvuran Buçan'a, ultrasonografi cihazı yardımıyla, iğne ile eritme yöntemi yani, radyofrekans tedavisi uygulandı ve nodül eritildi.

Ailesinde birçok tiroid hastası olduğunu belirten Buçan sözlerine şöyle devam etti: “Bu nodül yani beze, rutin bir kontrol sırasında el muayenesiyle fark edildi. Ultrason kontrolünde de büyük bir nodülüm olduğu anlaşıldı. Bir süre sonra boğazımda baskı hissetmeye başladım. O dönem gittiğim doktor nodülün ameliyatla alınması gerektiğini söyledi. Ancak tiroid bezim sağlıklı olduğu için bu durum pek hoşuma gitmedi. Hemen araştırmaya başladım. Sonunda alternatif bir tedavi yaklaşımı olan radyofrekans yöntemini buldum. Erhan Hoca ile yaptığım görüşmede sorularıma doyurucu ve bilimsel cevaplar alınca, bu tedavi yöntemine karar verdim. Şu anda boynumdaki baskı hissi neredeyse tamamen ortadan kalktı. Tiroid hormonlarım normal çıktı. İki hafta içinde şikâyetlerim bitti diyebilirim."

"TÜRKİYE'DE ÇOK FAZLA UYGULANMIYOR"
Türkiye'de radyofrekans yönteminin çok fazla uygulanmadığını belirten Prof. Dr. Erhan Ayşan şu bilgileri verdi: "Yaptığımız ultrasonda hastamızın tiroidinin sol lobunda 36mm çapında bir nodül, yani beze tespit ettik. Biyopside nodülün iyi huylu olduğunu belirledik. Bu durumdaki hastalarımıza 3 farklı seçenek olduğunu söylüyoruz. Bunlardan birincisi hastayı takip etme, ikincisi ameliyat, üçüncüsü ise alternatif bir tedavi yaklaşımı olan radyofrekans yöntemidir. Bu hastamızda olduğu gibi, büyük boyutlu nodüllerde takip etme alternatifi risklidir; bunu ancak ileri yaşlardaki hastalarımıza öneriyoruz.”

RADYOFREKANS YÖNTEMİ NEDİR?
Türkiye'de her 6 kişiden 1'i tiroid hastası. Her 5 hastadan 1'inde de nodül bulunuyor. Radyofrekans yöntemi hakkında bilgi veren Prof. Dr. Erhan Ayşan, "Bu yöntem, görece yeni bir tedavi seçeneği. İsminde “radyo” kelimesi geçtiği için farklı algılanıyor ama bu yöntemde sadece ısı enerjisi kullanılıyor. Radyoaktif madde ya da radyasyon içermiyor. ABD’de ve Güney Kore'de oldukça sık tercih ediliyor. ABD’de insanlar olaya kozmetik açıdan bakıyor ve boyunlarında kesi izi oluşmaması için bu yöntemi tercih ediyorlar. Güney Kore'de sık tercih edilmesinin nedeni ise tamamen dini inançlarla ilgili. Bu bölgede yaşayan insanların boyunlarına kesi izi olması dini olarak sıkıntılı bir durumdur. Bu yüzden radyofrekans yöntemini çok tercih ediyorlar. Radyofrekans tedavisi her hastaya uygulanmaz. Öncelikle hastada tespit edilen bezenin kanser olmadığı biyopsiyle kesinleştirilmiş olmalıdır. Nodül çapının 2-3 santimetrenin üzerinde olması ve hastanın boynunda baskı hissi olması önemlidir. Böyle hastalar için radyofrekans tedavisi uygun bir çözüm sağlar.” dedi.

"KÜÇÜLME SAĞLANIYOR"
Radyofrekans ile tedavi edilen hastanın, tiroid bezesinde, mutlaka bir küçülme sağlandığını ifade eden Yeditepe Üniversitesi Koşuyolu Hastanesi Endokrin Cerrahi uzmanı Prof. Dr. Erhan Ayşan, sözlerine şöyle devam etti:
"Ben bunu bir balonun söndürülmesine benzetiyorum. Bezeyi, tiroid dokusu içinde şişmiş bir balon gibi düşünün. Biz balonun havasını boşaltıyoruz. Geride sadece kabuğu kalıyor. En güzeli de bu balon bir daha şişemiyor. Doğru yapılmış bir radyofrekans tedavisinden sonra bezenin tekrarlaması mümkün değildir. Çünkü bezeyle birlikte onu besleyen damarları yakıyoruz. Beze beslenemiyor ve tekrar büyümesi mümkün olmuyor."

28 HAFTADAN BÜYÜK GEBELER SOSYAL MESAFEYE ÖZELLİKLE DİKKAT ETMELİ!


Acıbadem Ankara Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Sağlığı Uzmanı Prof. Dr. Rana Karayalçın, gebeler ve anne adayları için COVID-19 sürecinde yapılması gerekenler ile ilgili öneride bulundu. COVID-19 ve gebelik hakkında henüz araştırmaların devam ettiğini belirten Karayalçın, “Gebelikteki Fizyolojik ve mekanik değişikliklerde viral enfeksiyonlara duyarlılığı artırıyor. Tüm bu nedenlerle Covid19 Pandemi sürecinde gebeler hassas grup olarak belirlenmiştir. İngiltere’de Corona virüs geçiren 427 gebeyi içeren çalışmada (UKOSS-REPORT) ciddi hastalanan gebelerin büyük çoğunluğunu 28 haftadan büyük gebeler oluşturmaktadır. Bu nedenle 28 haftadan büyük gebeler sosyal mesafeye özellikle dikkat etmelive diğer kişilerle teması minimuma indirmelidir. Yine aynı çalışmada 35 yaşının üstündeki gebeler, obezite, yüksek tansiyon, diabet gibi medikal problemi olan gebelerin ciddi hastalık açısından daha yüksek riske sahip oldukları belirtilmiştir” dedi.
COVID-19 ile ilgili bulgular ve tedavi yöntemleri devam ederken bu süreçten en çok etkilenenlerin başında gebeler ve yeni doğum yapan anneler geliyor. Doğum stresinin yanı sıra doğum sırasında bebeğe bulaşma endişeleri yaşayan anne adaylarının yanı sıra emzirmekte olan anneler için de bebekler için taşıyıcı olma riski gündemin başında yer alıyor.

Gebeliğin son üç ayına dikkat

Daha önce yaşanan SARS ve MERS salgınlarında gebelerin daha fazla etkilendiğini hatırlatan Prof. Dr. Rana Karayalçın, “ Yeni yapılan araştırmalarda bulunan deliller gebelik sırasında anneden bebeğe geçiş (Vertikal Geçiş) olabileceğini gösteriyor. Ancak bildirilen tüm vakalarda koronavirüs yeni doğanlarda hemen doğum sonrası saptanmış ve geçişin doğum öncesinde mi yoksa doğum sonrasında mı olduğu netleşmemiştir. Tüm Dünyada yeni gelen raporlar ciddi koranavirüs geçiren gebelerde erken doğum oranının arttığını gösteriyor. Bu nedenle gebeliğin son üç ayında daha dikkatli olunması gerekmektedir” diye vurguladı.

Pnömoni geçiren gebelerde erken doğum ve sezaryen oranı artmakta

COVID-19 enfeksiyonunun bebeğe etkisi üzerinde çalışmaların hala devam ettiğini belirten Prof. Dr. Rana Karayalçın, “ Bu aileye mensup diğer virüslerin erken doğuma, düşüğe ve düşük doğum ağırlığına neden olduğunu biliniyor. Özellikle pnömoni geçiren gebelerde erken doğum ve sezaryan oranları artmaktadır” diye konuştu. Bazı gebelik kontrollerinin telefon ve video konferans yöntemi ile gerçekleştirilebileceğini ileten Karayalçın, “ Muayeneler sırasında eşler muayene odasınaalınmayabilir. Bu değişiklikler stres artırıcı olmasına rağmen sizin ve bebeğinizin sağlığını korumaya yönelik tedbirlerdir” diyerek anne adaylarının psikolojik olarak etkilenmemesi için de uyarıda bulundu.

Bulgu olmayan gebelerde doğumun başlatılması ve sezaryen kararına COVİD-19 etkili olmuyor

COVID-19 enfeksiyonunun tek başına doğum endikasyonu olamayacağının altını çizen Prof. Dr. Rana Karayalçın, “ Doğumun zamanlaması ve şekli hastaların dikkatlice değerlendirilmesi sonrası hastanın kliniğine ,gebelik haftasına ve fetüsün durumuna göre bireyselleştirilmelidir. Anneden bebeğe geçişi engellemek amacıyla sezaryen yapılması gerekmemektedir” diye belirtti. Doğum ve sezeryan sırasında epidural anestezinin kullanılabileceğini de vurgulayan Karayalçın, “ WHO (DünyaSağlık Örgütü) olası anne enfeksiyonunda, anneden bebeğe geçiş riskini azaltmak için kordon kan akımının doğumdan hemen sonra durdurulmasını önermektedir. Yeni doğan bebeğin yüzeyini kaplayan Vernix Caseosanın antimikrobial peptitler içermesi nedeni ile bebeği enfeksiyonlara karşı koruyucu etkisi vardır bu nedenle bebeğin doğumdan sonraki 24 saat yıkanmaması önerilmektedir” dedi.

Emzirme konusunda doktor ile birlikte karar verilmeli

Virüsün anne sütüne geçtiğine dair bilimsel bir kanıtın olmadığını söyleyen Acıbadem Ankara Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Sağlığı Uzmanı Prof. Dr. Rana Karayalçın, semptom ve bulgu saptanan annelerin riskleri gözden geçirerek doktorları ile birlikte karar almaları gerektiğini belirtti.

Gebe ve anne adayların stresten uzak durmaları için önerilerde bulunan uzman hekim,bu süreçte sık sık sıvı tüketiminin, egzersiz yapmanın, stres yaratan haberlerden uzak durulması gerektiğini belirtti.

Sağlık çalışanları için tüm imkanlar seferber edildi


Koronavirüs salgını sürecinde birçok sosyal sorumluluk projesine imza atan Ege İhracatçı Birlikleri sağlık çalışanlarına desteğini sürdürüyor.

Ege İhracatçı Birlikleri Koordinatör Başkanı Jak Eskinazi, Kovid-19’un Türkiye’de görüldüğü günden itibaren her Birliğin sosyal sorumluluk içinde aktif bir süreç izlediğini söyledi.

“Ülkemizdeki mücadeleye katkı sağlamak için bu süreçte en fazla yorulan ve büyük gayret sarf eden pandeminin kahramanları fedakar sağlık çalışanlarımıza yönelik sosyal sorumluluk projelerimizi öncelikli gündemimize aldık. Egeli ihracatçılarımız sağlık çalışanlarının yüküne omuz vermek için Sağlık Müdürlükleri, Valilikler, Tarım ve Orman Müdürlükleri ile temasa geçerek yoğun girişimlerde bulundu ve bütün imkanlarını seferber ederek kollarının uzandığı her yere yardımlarını ulaştırdılar. Biz Ege İhracatçı Birlikleri olmamızın ötesinde büyük bir dayanışma içerisinde hareket ederek aynı zamanda büyük bir sivil toplum kuruluşu olduğumuzu da gösterdik.”

Eskinazi, sağlık personellerinin daha güvenli bir ortamda çalışmasını sağlamak adına yapılan yardımları şöyle sıraladı:

“İhtiyaç sahibi hastanelerimize yoğun bakım ünitelerinde en çok gerek duyulan maske, ventilatör, CPR cihazı, hasta takip monitörleri, numune alma kabinleri ve entübasyon kabinlerini tedarik ettik. Aynı zamanda İzmir ve Aydın İl Sağlık Müdürlüğü'ne cerrahi tulum, maske, ateş ölçer, entübasyon kabini, İzmir ve Manisa İl Tarım ve Orman Müdürlükleri’ne de maske desteğinde bulunduk. İzmir Valiliği ve İzmir Büyükşehir Belediyesi koordinasyonunda ise kuru yiyecek yardımlarını ve el hijyen ürünlerini teslim ettik.”

Jak Eskinazi, “Sağlık Müdürlükleri, Valilikler, Tarım ve Orman Müdürlükleri ile koordineli bir şekilde sağlık çalışanlarımızın ihtiyaç duyduğu diğer koruyucu ekipman ve cihazları da tedarik etmeye devam ediyoruz. Sosyal sorumluluk çalışmalarımızla normalleşme sürecine katkı sunarken aynı zamanda da tüm sağlık personelimizin güvenli ve hijyenik ortamda görevlerini ifa etmelerini sağlıyoruz. Sağlık çalışanlarının göstermiş olduğu olağanüstü çabayla bu süreci en yakın zamanda tam anlamıyla atlatacağımıza, bu zorlu günleri hep birlikte aşacağımıza inanıyorum." dedi.

GENÇLERİMİZİ ANCAK ‘TÜTÜN ENDÜSTRİSİ TAKTİKLERİNDEN’ KORUDUĞUMUZ ÖLÇÜDE TÜTÜN VE NİKOTİN ESARETİNDEN KORUYABİLİRİZ


Türk Toraks Derneği’nden 31 Mayıs “Dünya Tütünsüz Günü'' nedeniyle yapılan açıklamada “Tüm dünyada 1,3 milyar insan tütün kullanmaktadır. Tütün, kullanıcılarının yarısının ölümüne yol açar. Tütün kullanımı her dört saniyede bir yaşamın kaybına yol açmaktadır. Dünyayı bu küresel salgına sürükleyen neden hiç kuşkusuz tütün endüstrisinin onlarca yıldır farklı taktik ve manipülasyonlarla nesilleri nikotin ve tütün bağımlısı yapmayı başarmış olmasıdır.“ diye belirtildi.

NORMAL SİGARADAN ‘DAHA AZ ZARARLI’ ALDATMACASI YAPILIYOR”
Türk Toraks Derneği Başkanı Prof. Dr. Hasan Bayram, Tütün endüstrisinin, dijital ve sosyal medyada yoğun reklam yapabilme imkânı bulduğunu belirterek, “Tütün endüstrisi film ve dizilerde ürün yerleştirme taktiği ile reklamlarını yoğun olarak sürdürmekte, ünlü kişiler aracılığıyla gerçekleştirilen reklamlar ile genç beyinleri rahatça etkilemektedir. Tütün ürünlerine aromalar eklenerek içim özellikleri gençler için cazip hale getirilmektedir. Ülkemizde yasal yoldan satışı olmayan elektronik sigara, ısıtılmış tütün ürünleri gibi yeni nesil ürünlerin tasarımı yüksek-teknoloji, yüksek yaşam algısını çağrıştırmakta ya da çocukları etkilemeye yönelik çocuk dostu görseller ve animasyon karakterleri ile zenginleştirilmektedir. Geleneksel sigaraya göre daha az zararlı olduğu aldatmacasıyla dünya pazarında yer alan elektronik sigara ve ısıtılmış tütün ürünleri özellikle gençlerin beğenisine yönelik tasarlanmaktadır. Tütün endüstrisi geleneksel sigara pazarındaki karlılığını, genç kuşakları bu yeni nesil ürünlerin bağımlısı haline getirerek sürdürmek ve arttırmayı hedeflemektedir.” dedi.

NİKOTİN ÜRÜNLERİ COVİD 19 İÇİN TEDAVİDE ALTERNATİF OLAMAZ”
Prof. Dr. Bayram, “Geçtiğimiz yıl içinde ABD'de 2 bin 807 hastane yatışı ve 68 ölüme neden olan EVALI (elektronik sigara ilişkili akut akciğer hasarı) isimli hastalığın üstünden henüz çok geçmeden, COVID-19'da sigaranın olumsuz etkileri bir bir ortaya çıkınca savunmaya geçmek şöyle dursun, kafaları karıştırarak nikotin ürünlerini tedaviye alternatif olacakmış gibi gösterme çabası hangi vicdana sığar?” diyerek, şöyle devam etti:

Bunun yanı sıra satış noktalarındaki ihlaller, tütün ürünlerinin açık dolaplarda satışının sürdürülebilmesi, tütün ürünlerinin satış noktalarında özellikle çocuk ve gençlerin ilgisini çeken oyuncak, anahtarlık, şekerleme gibi ürünlerle birlikte bulundurulması gibi örneklerle tütün endüstrisi reklam, promosyon ve sponsorluk yasaklarını delerek tüm dünyada insan sağlığına zarar vermektedir. Ülkemizin de imzalayarak, kendi iç yasal düzenlemesi olarak kabul ettiği Tütün Kontrol Çerçeve Sözleşmesi’ne göre tütün ürünlerinin reklam, promosyon ve sponsorluğunun önlenmesi, tütün ürününe talebi azaltmaya yönelik önlemler arasında önceliklidir.”

NARGİLE, VİRÜSLERİN BULAŞMASINA İDEAL ORTAM YARATIYOR”
Tütün endüstrisinin pazarlama stratejileri, sigaranın zararları daha fazla bilinmeye başlandığından beri sigara dışındaki tütün ürünlerine yönelmiştir.” diyen Türk Toraks Derneği Tütün Kontrolü Çalışma Grubu Başkanı Doç. Dr. Aslı Görek Dilektaşlı ise, tütün endüstrisinin karlılığını sürdürmek amacıyla yeni ürün ve markalar üretmeye devam ettiğini açıkladı. Doç. Dr. Dilektaşlı, “1990’lardan sonra özellikle gençler arasında nargile kullanımı belirgin ölçüde yaygınlaşmıştır. Hiç şüphesiz bu artış bir tesadüf değildir. Nargile, tütün endüstrisi tarafından, tütüne eklenen şeker ve katkı maddeleri ile aromatik hale getirilmiş ve özellikle gençlerin ilgisini çekecek içim özellikleri kazandırarak endüstriyel bir ürüne çevrilmiştir. Nargile, yoğun miktarda nikotin içermesi nedeniyle bağımlılığa yol açarken, içerdiği katran, karbon monoksit, aromatik hidrokarbonlar ve ağır metaller gibi zehirli bileşenlerle sigaranın yol açtığı tüm hastalıklara neden olmaktadır. Pasif içiciliğe de yol açmaktadır. İçerisinde bulunduğumuz COVID-19 salgını, yıllardır dile getirilen kaygılarımızı haklı çıkartmış ve nargile içiminin ve topluca nargile içilen mekânlar olan nargile kafelerin infeksiyon ve bulaşıcı hastalıklar açısından da ne kadar riskli olduğunu ispatlamıştır. Şişe, marpuç gibi pek çok parçası ortak kullanım özelliğine sahip olan nargile verem mikrobu gibi bakteriler ve koronavirüsler, hepatit, virüsleri gibi virüslerin bulaşması için de ideal bir ortam yaratmaktadır. “ dedi.

NARGİLE SUNUMUNA ARTIK HİÇ İZİN VERİLMEMELİ”
Ülkemizde, nargile tüketimi büyük ölçüde ticari sunum yoluyla, mevcut zeminde hızla çoğalan nargile sunum işletmelerinde (nargile kafelerde) gerçekleşmektedir.” diyen Doç. Dr. Dilektaşlı, “Özellikle gençler ve kadınlarda giderek artmakta olan nargile kullanımı ile mücadele, ancak ticari sunumun yasal ve toplumsal meşruiyetinin ortadan kaldırılması ile başarılı olabilir. Yaşadığımız COVID-19 pandemisi nedeniyle kapatılan nargile kafelerin hiç açılmaması ve işletmelerde nargile sunumuna izin verilmemesi halk ve gençlerimizin sağlığından yana taraf tutacak kamu otoritesinden beklentimizdir. Sağlıklı nesiller, sağlıklı bir gelecek için tütünsüz ve nikotinsiz bir Dünya ve Türkiye diliyoruz” diye belirtti.

TÜTÜN VE NİKOTİN ÜRÜNLERİNİN OLMADIĞI BİR GELECEK KURMALIYIZ


Uluslararası Tüberküloz ve Akciğer Hastalıkları Birliğinin (The Union) 31 Mayıs Tütünsüz Dünya Günü sebebiyle açıkladığı raporunda, düşük ve orta gelirli ülkelerde e-sigaranın ve ısıtılan tütün ürünlerinin satışının yasaklanmasının, tütünle mücadelede anahtar olduğunun altı çizilerek, bu ülkelerde özellikle gençlerin savunmasız olduğu belirtildi.

Söz konusu raporda, medyanın, akademik makalelerin ve halk sağlığı çevrelerinin mevcut söylemlerinde ısıtılan tütün ürünlerinin halk sağlığı etkisinin yüksek gelirli ülkeler bağlamında ele alınmasının yetersiz kaldığına işaret edilerek, söylemin, düşük ve orta gelirli ülkeleri içerecek şekilde genişletilmesi gerektiği vurgulandı.

Bu ülkelerde e-sigaralar ve ısıtılan tütün ürünlerinin çoğunlukla çok zayıf düzenlemeyle veya hiçbir düzenleme çerçevesi bulunmadan piyasaya sokulduğu ve pazarlandığı belirtilerek, koruyucu ve önleyici satış yasağı tavsiyesi yapıldı. Satış yasağı gerekçeleri, endüstrinin gençleri hedeflemesi'' gençlerin e-sigaradan tütüne geçişi tütün kullananlarda yetersiz zarar azaltım kanıtı, negatif net halk sağlığı çıktısı, uygulama ve denetim boşluklarının kötüye kullanılması;yeni ürünlerin dikkat dağıtıcı olması;yeni ürünlerin kaynakları tütün kontrolünden çekmesi;yeni ürünlerin endüstri müdahalelerini olanaklı kılması;düşük ve orta gelirli ülkeler bağlamının Birleşik Krallık bağlamından büyük ölçüde farklı olması;önce güvenliğin gelmesi gerekliliği şeklinde sıralandı.

Yeni ve gelişen tütün ve nikotin ürünlerinin kaynakları kısıtlı ülkeler için yeni zorluklar
getirdiğine değinilen raporda, şöyle denildi: 'Bu ülkelerin birçoğunda, yüksek tütün kullanımı, Dünya Sağlık Örgütü Tütün Kontrolü Çerçeve Sözleşmesi ve MPOWER önlemlerinin eksik kabulü ve uygulanması, zayıf denetim mekanizmaları, sınırlı mali ve insan kaynakları ve tütün salgınının genellikle erken aşamasında bulunulması gibi belirli koşullar, tütün ve nikotin endüstrilerine özellikle gençler arasında bağımlılığı teşvik etmek için fırsat sunmaktadır. The Union yeni, yüksek bağımlılık yapıcı nikotin ve tütün ürünlerinin düşük ve orta gelirli ülkelere sokulmasının felakete varan sonuçları olacağını iddia etmektedir: E-sigaralar ve ısıtılan tütün ürünleri hükumetleri etkisiz kılma ve tütün salgınının ateşini körükleme konusunda güçlü potansiyele sahiptir. Düşük ve orta gelirli ülkelerde bu ürünlerin satışı yasaklanmalıdır; aynı şekilde bu ürünlerin üretimine, ithalat ve ihracatına izin verilmemeli ve ürünler tütün reklam promosyon ve sponsorluk yasakları ile dumansız hava sahası düzenlemelerine tabi kılınmalıdır.''

''Tütün ve nikotin endüstrisi yanıltıcı bilgi veriyor''
Sağlığa Evet Derneği Başkanı Prof. Dr. Elif Dağlı, elektronik sigaranın da dumansız, riski azaltılmış, sosyal kabul görmüş tüketici ürünü olarak pazarlandığını, ancak asıl amacın ''sigara içmeyi ve nikotin bağımlılığını tekrar kabul edilir kılmak''olduğunu belirttti.

Daha önce hiç sigara içmemiş ama e-sigara kullanan gençlerin ileriki yaşamlarında geleneksel sigara içme olasılıklarının 2 ile 4 kat artığına işaret eden Dağlı, şu değerlendirmelerde bulundu: ''Tütün ve nikotin endüstrisi, e-sigaranın uzun dönem sağlık etkileri bilinmediğinden,
çekinmeden yanıltıcı bilgi vermektedir. Isıtılmış tütün ürünlerini de aynı sınıfta değerlendirerek, özellikle çocuklar üzerinde etkili olan sosyal yerleştirme tekniğini kullanmaktadırlar. Endüstri temsilcileri karar vericilerin masasında bir yer edinmeye, yeni ve gelişen ürünlerin satışı ve pazarlanması hakkındaki politika tartışmalarına katılmaya gayret göstermektedirler. Önlem alınması gerekli dünya, bir neslin daha tütün endüstrisi
yalanlarıyla kandırılmasına tahammül edemez. Kişisel seçim hakkını savunma oyunu sadece karlılığın sürdürülmesi içindir. Karşılığında her yıl milyonlarca kişi hayatını kaybeder. Ülkemizde de e-sigara ve ısıtılan tütün ürünleri satışının yasaklanması ve ilgili internet sitelerinin kapatılması gereklidir.''

Endüstrinin gençleri etkileme yöntemleri
Sağlığa Evet Derneği Yönetim Kurulu Üyesi Doç. Dr. Osman Elbek, 31 Mayıs 2020 itibariyla Dünya Sağlık Örgütü tarafından başlatılacak küresel kampanyayla tütün ve ilgili endüstrilerin özellikle gençlere yönelik manipülasyon taktikleri, e-sigara, ısıtılmış tütün ürünleri, aromalar ve tatlandırıcılar dahil olmak üzere ürünlere ait aldatıcı unsurların ifşa edilmesi, endüstrinin gelecek nesilleri tütün ve nikotine bağımlı kılma taktikleri konusunda aydınlatma planladığını aktardı.

Endüstrinin, yeni ürünleri ''sigaradan daha az zararlı veya daha temiz gibi pazarlayarak, sosyal medya platformlarında tütün ve nikotin ürünlerinin gizli reklamlarını yaparak, çocukların sıkça uğradığı satış noktalarındaki bayilerden tütün ve nikotin ürünlerini şeker, atıştırmalıklara yakın, reklam unsurları içeren duyurularla birlikte yerleştirilmesini sağlayarak, filmlerde, televizyonda, internet dizilerinde ürünlerin görünmesine olanak tanıyan dolaylı reklam yaparak gençleri yeni müşteri olarak kazanmayı istediğini anlatan Elbek,Tütün ve nikotin ürünlerinin olmadığı bir gelecek kurmalıyız.''ifadesini kullandı.

29 Mayıs 2020

ÇOCUKLARINIZIN AŞILARINI AKSATMAYIN!

 Covid-19’a karşı aşının bulunması dört gözle beklenirken uzmanlar koronavirüs kapma endişesi başta olmak üzere çeşitli nedenlerle aşı takviminin aksatılmaması konusunda anne ve babaları uyarıyor: Sağlık ocaklarında gerekli önlemler alındı, çocuklarınızın aşılarını zamanında yaptırın!

Dünyayı sarsan Covid-19 salgını tüm dünyaya aşının önemini bir kez daha hatırlattı. Dünya genelinde 100’ü aşan sayıda aşı çalışması sürerken, salgın nedeniyle pek çok ülkede rutin aşılamaların uygulamaları ise sekteye uğradı. Aralarında Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), Birleşmiş Milletler Çocuk Fonu (UNICEF) ve Küresel Aşı İttifakı’nın da (GAVI) yer aldığı çok sayıda uluslararası sağlık kuruluşu ortak açıklamayla “rutin aşılama sisteminin kesintiye uğraması nedeniyle dünya genelinde çocukların difteri, kızamık ve çocuk felci gibi aşı ile önlenebilir hastalıkların riski altında olabileceğini” belirtti.

Türkiye’de 2019 yılı sonu itibariyle yüzde 96 düzeyinde olan aşılama çalışmaları, salgının ilk günlerinde ailelerin hastalık kapmakla ilgili tereddütleri nedeniyle, bazı gecikmelere neden olsa da resmi çağrılarla aşılamalar devam etti. Peki, aşılama neden bu kadar önemli? Salgın, aşılamaya engel mi? Aşılamayla ilgili ortadan kalkan hastalıklar, aşılama sürmezse geri döner mi? Aşıların etkisi ömür boyu sürer mi? Maltepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Çocuk Sağlığı Hastalıkları Anabilim Dalı’ndan Uzman Dr. Ayça Sözen merak edilen bu soruları yanıtladı.

Aşılama ile birçok bakteri ve virüs enfeksiyonuna karşı bağışıklığın sağlandığını belirten Dr. Sözen çocukların bu sayede aşısını oldukları ve bağışıklık sistemlerinin tanıdığı o mikroplarla karşılaştıklarında, ya hafif bir hastalık tablosunun ortaya çıktığını ya da hiç hastalanmadıklarını vurguladı. Sözen, aşılama olmaması durumunda çocukluk çağında geçirilen bazı enfeksiyon hastalıklarının gelecekte çocuğun hayat kalitesini etkileyecek kalıcı hasarlara yol açabileceğini, hatta ölümle sonuçlanabileceğine dikkat çekti.

TÜRKİYE’DE AŞILAR ÜCRETSİZ

Aşı ile 20’yi aşkın enfeksiyon hastalığının engellenebildiğini belirten Dr. Sözen, bu hastalıkların görülme oranlarına göre aşıların bir kısmının tüm topluma, bir kısmının ise yalnızca hastalıkla karşılaşma ya da hastalığı şiddetli geçirme riski yüksek bireylere uygulandığını söyledi. Aşıların prensip olarak hastalık riskinin var olduğu, aşının uygulanmasının güvenli olduğunun kanıtlandığı ve bağışıklık sisteminin gerekli yanıtı oluşturabileceği en erken yaşta uygulandığını kaydeden Dr. Sözen, “Türkiye’de devamlı güncellenen ve titizlikle uygulanan bir Ulusal Aşı Takvimi mevcut. Takvimdeki tüm aşılar, aile hekimleri denetiminde ücretsiz olarak uygulanmakta. Ulusal aşı takvimi dışında kalan Rotavirüs, meningokok, grip ya da HPV gibi aşılar da çocuk doktoru ve ailelerin ortak kararı ile belli yaş gruplarına uygulanabilir.” dedi.

AŞI TAKVİMİNİ SALGINDA AKSATMAYIN

Uzman Dr. Sözen, salgın döneminde Covid-19’a yakalanma endişesi başta olmak üzere çeşitli nedenlerle aşı takviminin aksatılmaması konusunda anne ve babaları uyardı:
“Salgın döneminde ailelerin çocuklarını, aşı için dahi olsa, evden dışarı çıkarmak ve sağlık kuruluşlarına götürmekle ilgili haklı bir tereddütleri oldu. Bu süreçte bazı aşıların uygulanmasında maalesef gecikmeler yaşansa da sağlık ocaklarında aşılama faaliyetlerini güvenli bir şekilde sürdürmeye yönelik düzenlemeler hızlıca sağlandı. Ailelere salgın döneminde de çocuklarının aşılarını zamanında yaptırmalarını kesinlikle tavsiye ediyoruz.”

ÇİÇEK HASTALIĞI AŞI SAYESİNDE ORTADAN KALKTI

Aşı sayesinde tamamen önlenmiş hastalıkların en güzel örneğinin 1980 yılında DSÖ tarafından tüm dünyada ortadan kalktığı ilan edilen çiçek hastalığı olduğunu vurgulayan Sözen, çocuk felcinin de başarılı aşılama politikaları sonucunda pek çok ülkede ve 1998 yılı itibariyle Türkiye’de de ortadan kalktığını söyledi.

Sözen, kızamık hastalığının, DSÖ verilerine göre, 1963 yılında bulunan ve sonrasında yaygınlaşan aşısından önce, her yıl 2,6 milyon kişinin ölümüne neden olduğunu, 2000 yılında bu sayının yaklaşık 600 binin, 2016 yılında ise ilk kez 100 binin altına düştüğünün tahmin edildiğini belirtti. Hayatını kaybedenlerin büyük bölümünün beş yaş altı ve aşısız çocuklar olduğuna dikkat çeken Sözen, aşısı yapılan neredeyse tüm hastalıklar için benzer verilerin mevcut olduğunu söyledi.

AŞI YAPILMAZSA NELER OLABİLİR?

Dr. Sözen, bir hastalığa karşı aşılamanın tamamen durdurulması için, çiçek hastalığı örneğinde olduğu gibi, hastalığın ortadan kaldırılmasıbir ülkede aşı takviminden çıkarılması için ise hastalığın görülme sıklığındaki azalmanın değerlendirilmesi gerektiğini söyledi. Sözen, şöyle devam etti:

“Herkesin her yere seyahat edebildiği bir çağdayız. Bu durumun pek çok olumlu yanı olduğu gibi, koronavirüs pandemisi örneğinde hepimizin yaşadığı belirli riskleri de mevcut. Bu gün ülkemizde nadir görülen pek çok hastalık dünyada özellikle de savaş, açlık, fakirlik ile mücadele eden ülkelerde salgınlara neden oluyor. Kızamık aşısı ile ilgili bir başarıdan söz ettik, ancak aşılama sürdürülmediğinde ortaya çıkacak sonuçları tahmin etmek de mümkün. 2016 yılından sonra başarılı aşılama faaliyetlerinin bazı ülkelerde sürdürülememesi ve aşı karşıtı görüşlerin yaygınlaşması nedeniyle kızamık nedenli ölümler 2017 yılı itibariyle yeniden 100 binin üzerine çıktı. 2018’de güvenli, etkili ve ucuz bir aşısı olduğu halde, kızamık hastalığı yüzünden hayatını kaybeden kişi sayısı ise 142 bin. Her yıl yaklaşık 1,5 milyon kişinin, aşı ile engellenebilir hastalıklar nedeniyle, yani aşı olmadığı için hayatını kaybettiği tahmin ediliyor.”

AŞILAMADA TEKRARLAYAN DOZLAR GEREKEBİLİR

Bazı aşıların uygulandıktan sonra ömür boyu bağışıklık sağladığını , bazılarının ise ilerleyen yaşlarda doz tekrarı gerekebildiğini hatırlatan Sözen, özellikle hamileler, kronik hastalığı olan bireyler ve sağlık çalışanlarının bazı enfeksiyon hastalıkları açısından artan riskle karşı karşıya olduklarını, farklı aşılar yaptırmaları gerekebildiğini söyledi. Sözen, ayrıca belirli hastalıkların yaygın olarak görüldüğü bölgelere seyahat edecek kişilere, bu hastalıklara karşı aşılama da önerdiklerini kaydetti.

Omuz Ağrınız Olmaması İçin Nelere Dikkat Edilmeli

Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Uzmanı Dr. Canberk Gül, omuz ağrısının nedenleri hakkında bilgi verirken, omuz ağrısı oluşmaması için dikkat edilmesi gereken iki önemli konuya dikkat çekti.
Birçok farklı nedene bağlı olarak ortaya çıkan omuz ağrısı son derece yaygın görülen bir eklem ağrısı çeşidi. Omuz ağrısının kol kasları ile yakından ilişkili olduğunu belirten Dr. Canberk Gül, “Kolumuzu hareket ettirirken omuz bölgesi kaslarını kullanıyoruz. Bu kaslar temelde dört tanedir. Bu kaslarımızın yerleşim yerleri nedeniyle kolumuzu 90 dereceye kadar kaldırdığımızda çok fazla bir sorun olmuyor. Ama kolumuzu 90 dereceden daha fazla kaldırdığımızda omuz kaslarına yük binmeye başlıyor. Bu hareketleri tekrarladığımızda da giderek bu kaslar zarar görmeye başlıyor. Omuz ağrılarının daha çok cam temizleyen kadınlarda ya da kolunu daha fazla kaldırması gereken işlerde veya sporcularda görülmesinin nedeni de tam olarak bu aslında” diye konuştu.
YANLIŞ EGZERSİZ KURBANI OLMAYIN
Dr. Gül omuz ağrısının ortaya çıkmaması için yapılması gerekenleri şöyle sıraladı:
“Omuz ağrısı olmaması için yapmamız gereken en önemli şey kolumuzu 90 derecenin üzerinde çok fazla sabit tutmamak. Eğer kolunuzu çok fazla kaldırmak zorundaysanız da belli aralıklarda mutlaka kolunuzu indirip, bir süre dinlendikten sonra tekrar kolunuzu kaldırmayı deneyebilirsiniz. Omuz ağrılarının yaygın nedenlerinden birisi de verilen yanlış egzersizlerdir. Omuz ağrınız ya da başka bir bölgede ağrınız olduğunda egzersiz yapabilirsiniz ancak ağrınız olduğu zaman kendinizi çok fazla zorlamayın. Eğer ağrınız olduğunda egzersiz yapmak için kendinizi çok zorlarsanız ağrınızın arttığını göreceksiniz. Bu durum vücut geliştirme için fitness salonlarına giden kişiler için de aynıdır. Vücut geliştirmek için kendinizi aşırı zorlamanız durumunda ağrılarınız olduğunu göreceksiniz. Yani özetle, aslında omuz ağrısının olmaması için iki önemli kurala dikkat etmeliyiz. İlki kolumuzu 90 dereceden fazla çok uzun süre sabit tutmamak, ikincisi ise egzersiz ve kas geliştirme hareketleri yapılacaksa ve ağrınız varsa kendinizi çok zorlamamak” 


Sağlıkta Normalleşme Başladı

Salgın sürecinde tüm hastanelerin pandemi hastanesine dönüşmesi nedeniyle, diğer hastalıkların ihmal edilebildiğini kaydeden Prof. Dr. Safiye Yılmaz, artık sağlıkta normalleşmenin başladığını açıkladı.
 

Özel Atasağlık Hastanesi Yönetim Kurulu Başkanı Prof. Dr. Safiye Yılmaz, pandemi sürecinde artık yavaş yavaş normalleşme aşamasına geçildiğini belirtti. Hastanelerinde tüm branşlarında ameliyat ve poliklinik  hizmetlerinin başladığını kaydeden Dr. Yılmaz, salgının ülkemizde giderek etkisinin azaldığını, bir ayı aşkın süredir hastanelerine COVID-19 hastasının başvurmadığını söyledi.


CİDDİ HASTALIKLAR ÖTELENDİ

Hastane olarak pandeminin ilk dönemlerinden itibaren korona vakaları için ayrı bir binada özel bir bölüm yaptıklarını ancak yine de diğer hastalıkları olanların hastane ortamlarından kaçındığını söyleyen Yılmaz, bu durumun bazı olumsuz sonuçları da beraberinde getirdiğini kaydetti.  Yılmaz, “Hastane olarak korona vakalarını diğer bölümlerden tamamen soyutlamıştık ancak yine de diğer şikayetlerle hastanelere başvurmak isteyen hastalarda ister istemez bir korkusu oldu. Bu dönemde maalesef birçok hastalık ötelendi. Örneğin gözde acil dediğimiz Retina Dekolmanı vakaları çok ötelenmiş. Normalde bu vakaların 1-2 gün içinde ameliyat edilmesi gerekirken 2 ay ötelenmiş vakalar bize başvurdu. Böyle bir durumda ameliyattaki başarı oranı da düşüyor. Retina dekolmanında aynı ameliyatı aynı başarı ile yapsam da, ertelenmiş vakalarda hastanın görme yetisi yüzde 80 olabilecekken yüzde 10’lara düşebilir. Bu çok önemli bir konu. Normalde haftada 1-2 vaka yaparken geçen hafta günde 6-7 vaka yaptığımız oldu. Bu hiç normal bir sayı değil. Tüm branşlarda durum böyle. Çok önemli hastalıklarda, ötelemeler oldu. Evet hani izole kalmak çok önemliydi, halkımız da sağduyu ile buna uymaya çalıştı ama bu arada da sağlık konusunda çok şey atlandı” diye konuştu.


BU BELİRTİLERE DİKKAT
Retina dekolmanı öncesindeki sürecin ilk başlarda fark edilmeyebildiğini söyleyen Prof. Dr. Safiye Yılmaz, “Başta hastalar anlamayabiliyor. Çünkü ilk başta kurum yağması şeklinde gözün önünde bir takım parçacıklar dökülebilir, ışık çakmaları oluşabilir ki çok önemlidir. Bu belirtiler yırtığın belirtisidir. Yırtıktan sonra dekolman oluşur. Biz yırtık aşamasında saptadığımızda zaten ameliyatsız, lazerle kolayca tedavi ediyoruz. Ama dekolman dediğimiz arkaya sıvı geçmesi aşamasında kesinlikle ameliyat gerekir. Zaten bu aşamada hastada görme kaybı oluşur. Maalesef bize gelen, görmesi kapanmış hastaların koronaya yakalanmamak için evde geçer mi diye zaman kaybettiğini gördük. Koronayı önemsemiyor değilim ama bu da çok önemli bir konu. Görme yetisini kaybetme tehlikesi var. Diyabetik hastalıklar da mesela çok atlandı. Diyabet göze vurur. Böyle vakalar da çok geliyor. Mesela sarı nokta hastalığında tedavide süreklilik çok önemlidir. İhmal edildiğinde kabuk bağlama aşamasına geçilir ki o noktadan sonra artık iğne yeterli değildir, göz bitmiştir. O yüzden gelip düzenli iğnelerini olmaları gerekir. Korktuğu için gelmeyen birçok hastamız oldu bu süreçte. Koronadan kaçarken, başka hastalıkları ilerleyen birçok hasta oldu. Ben kendi branşım olduğu için göz ile ilgili konuşuyorum ancak bu tüm bölümler için geçerli” dedi.
 
ÖNLEMLERE DEVAM EDECEĞİZ
Bundan sonraki süreçte neler yapılması gerektiğini ise Prof. Dr. Safiye Yılmaz şöyle anlattı:
“Maskelerimizi takmaya, sosyal mesafeyi korumaya, ellerimizi sık sık yıkamaya dikkat edeceğiz. Zaten halkımız da bu önlemlere alıştı. Aslında pandemi süreci bize birçok güzel şey öğretti. Öncesinde çok fazla el yıkayan bir halk değildik açıkçası. Bunu öğretmesi bakımından iyi oldu. Dolayısıyla önlemlere çok dikkat ederek normalleşme sürecine girebiliriz. Bu işin bir de ekonomik boyutu var, normalleşmeye başlamak zorundayız. Yaşam devam ediyor ve sadece evde kısıtlı bir yaşam mümkün değil. Ama bu arada hastaneler öncelikte olmalı, hastalıklar artık ertelenmemeli. Ufak tefek hastalıklar belki ertelenebilir ama önemli hastalıkları olanlar ihmal etmemeli.
Zaten hastaneler son derece steril alanlar. Çok dikkat ediyoruz. Sürekli ilaçlanıyor, siliniyor, dezenfektanlar elimizin altında, ateş ölçülüyor girişte. Kendi hastanemizde çok sıkı önlemler aldık.
Zaten genel olarak virüsler zaman içinde güçlerini kaybederler. Koronada da şu an virüsün direncini kaybetme aşamasına geliniyor. Çünkü toplumda çok sayıda kişi enfekte oldu. Direnç kaybederek yayılıyor şu anda. Evet çok dikkat etmeye devam edilmelidir. Örneğin eğlence sektörü için bunu söyleyebiliriz. Ya da internet üzerinden gerçekleştirilebilen işlemler, bu şekilde yapılmaya devam edilebilir. Ama hastane gibi ortamların bir an evvel normalleşmesi gerekiyor artık.”


 TÜM BİRİMLER HİZMETTE
Ata Sağlık’ta tüm birimlerin hizmet verdiğini söyleyen Prof. Dr. Yılmaz, “Zaten acil servisimizi hiç durdurmadık, tümör vakalarımızı durdurmadık. Genel vakaları durdurmuştuk ama Bilim Kurumu ve Sağlık Bakanlığı’nın önerileri ile bizim de gözlemlerimiz ışığında normalleşme sürecine tamamen geçtik. Tüm branşları başlattık. Plastik cerrahi de dernek olarak bir tarih belirlemişti, onlar da bayram sonrası başlıyor. Pandemi hastanesi kavramı da artık bitiyor, bildiğim kadarıyla devletin birkaç hastanesi kalacak. Belki en baştan pandemi hastaneleri ile normal hastaneler ayrılmış olsaydı bütün hastalıklar aksatılmadan hizmet devam edilebilirdi” dedi.
Prof. Dr. Safiye Yılmaz, hastane olarak pandeminin ortaya çıktığı ilk andan itibaren korona vakalarını kabul ettiklerini söyledi ve süreci şu şekilde anlattı: “Pandeminin ortaya çıktığı ilk aylarda başvuran hastalarımız vardı. Zaten ülkemizdeki tüm hastaneler de dünyada olduğu gibi pandemi hastanesine dönüştü. O anlamda bizler de o dönem için vakaları kabul ettik. Çok iyi bir şekilde de tedavi uyguladık, tüm arkadaşlarımız sağduyulu bir şekilde hizmet verdi, hatta yoğun bakıma kalan hastamız bile olmadı. Son 1 aydır ise hiç korona hastası başvurmadı. Ülkemizdeki vaka sayıları da ciddi oranda azaldı" diye konuştu.


"REHAVETE KAPILMAYIN SALGIN BİTMEDİ"
Halkın 'Salgın bitti' gibi bir yanılgıya kapılmaması gerektiğini anlatan Dr. Yılmaz, "Sağlıkta normalleşme sürecinin mutlaka başlaması gerektiğine inanıyorum. Ancak rehavete de kapılmamak lazım. Bu salgın dünyada olduğu gibi ülkemizde de bitmedi.  Maske, sosyal mesafe ve el hijyeni kurallarına uymazsak korona virüs bir pik daha yapabilir. Kurallarımızı aynen uygulayarak hayatımızı sürdürmek zorundayız" diye konuştu.

28 Mayıs 2020

Yeni normalin en çok merak edilen 6 maddesi

Yavaş yavaş geçiş yapılan “yeni normal” dönemi ile ilgili herkesin kafasında soru işaretleri var. Coronavirus salgını nedeniyle iki ayı aşkın süredir devam eden Evde Kal süreci yerini kontrollü bir sosyal hayata bırakıyor. Bu dönemde dikkat edilmesi gerekenleri Anadolu Sağlık Merkezi Enfeksiyon Hastalıkları Uzmanı Doç. Dr. Elif Hakko açıkladı...

Türkiye, Ramazan Bayramı sonrasında “normalleşme” sürecine girdi. Bu yeni dönemde “İşe dönüşte nelere dikkat edilmeli? Tatil yapmak, deniz ya da havuza girmek sakıncalı mı? Toplu taşıma araçlarında nelere dikkat etmeliyiz?” gibi birçok konuda akıllarda soru işaretleri var. Normalleşme sürecinin değişmeyen 3 unsurunu maske kullanımı, sosyal mesafe ve hijyen kurallarına uyma olarak sıralayan Anadolu Sağlık Merkezi Enfeksiyon Hastalıkları Uzmanı Doç. Dr. Elif Hakko, “Havaların ısınması ile virüsün etkisi azalır mı sorusu çok fazla geliyor. Coronavirus’lerin ultraviyole ışınlarına dayanıklı olmadığı biliniyor. ABD’de yapılan bir çalışmada, hava ısısının artmasıyla virüsün çoğalma etkisinin azaldığı gösterildi. Ancak Güney Amerika’da, hava sıcaklığının yüksek olduğu ülkelerde vakaların görülmesi de kafa karıştırıcı. Yaz aylarında açık havada, daha geniş alanlarda bulunmanın etkisiyle virüsün bulaşmasının azalması bekleniyor” dedi.Doç. Dr. Elif Hakko, bu durumun önlemlerden vazgeçebileceğimiz anlamına gelmediğinin de altını çizdi.

Çay kahve molalarına dikkat
Maske kullanımının sadece işe giderken değil çalışma ortamında da gerekli olduğunu anlatan Doç. Dr. Elif Hakko, “Çalışma ortamlarında maskenin ağzı ve burnu tam olarak kapatacak şekilde kullanılması, ellerin sık sık yıkanması veya el dezenfektanı ile temizlenmesi ve iş arkadaşlarıyla araya 1,5 metre kadar mesafe konması önemli” dedi. Sosyal mesafe kurallarına toplantılarda, açık ofislerde, yemek ve çay, kahve molalarında özellikle maske çıkartıldığında dikkat edilmesi gerektiğini hatırlatan Doç. Dr. Elif Hakko, “Maskeler eller dezenfekte edilmeden çıkarılmamalı ve ortalıkta bırakılmamalı” diye konuştu.

Klimalar riskli
Klimaların virüs yayma açısından riskli olduğunu söyleyen Doç. Dr. Elif Hakko, “Klima temiz hava veriyorsa sorun yok ancak ortamın havasını filtre edip yeniden veriyorsa risk artıyor. Bu sebeple mümkünse pencereler açılarak havalandırma sağlanmalı. Evde veya kendi özel arabanızda sadece sizin kullandığınız klimaların kullanılmasında ise sakınca yok” dedi.

Açık alanı olan AVM’leri tercih edin
Mümkün olduğu kadar AVM’lere gidilmemesi gerektiğini söyleyen Doç. Dr. Elif Hakko, “Gidilecekse açık alanı olanlar tercih edilmeli” dedi.Doç. Dr. Elif Hakko, AVM ziyaretlerinin kısa tutulması, asansör yerine yürüyen merdivenlerin tercih edilmesi ve yüzeylerle temastan kaçınılmasının önemi hatırlattı. Doç. Dr. Elif Hakko, giyinme kabininde deneme yapılacaksa kabinin her müşteriden sonra temizlendiğinden emin olunması, içeride uzun süre kalınmaması ve yüzeylerle temas sonrası ellerin temizlenmesi gerektiğini söyledi.

Eldiven kullanmayın
Maskelerin doğru şekilde takıldığından emin olunması ve maskenin ellenmemesi gerektiğini söyleyen Doç. Dr. Elif Hakko, “Yüzeylerle temas sonrası eller dezenfekte edilmeli. Eldiven kullanmak ise doğru değil. Eldiven takıldığında eldivenlerle her yere rahatça temas ediliyor ve eldivenli ellerle maskeye ve yüze dokunabiliniyor. Çanta, cep telefonu gibi özel eşyalar kirli eldivenlerle kirlenebiliyor. Onun yerine eldiven takılmaması ve ellerin sık dezenfekte edilmesi daha doğru” dedi.

Deniz ve havuz riskli değil
Yaz aylarının gelmesi ile deniz ya da havuza girmenin riskli olup olmadığı konusunda çok fazla soru geldiğini belirten Doç. Dr. Elif Hakko, “Virüs doğru oranda klorlanmış havuz suyuna ya da denize girmekle bulaşmaz ancak sudan çıktıktan sonra güneşlenirken sosyal mesafeye dikkate edilmeli. Havlular kişiye özel olmalı, şezlonglar her kullanımdan sonra silinmeli” dedi.

Virüs yemeklerden bulaşmaz
Restoranlar ve eğlence yerleri ile ilgili de açıklama yapan Doç. Dr. Elif Hakko, “Restoranlar için Sağlık Bakanlığı bazı düzenlemeler getiriyor. Bu önerilere hem işletmeler hem müşteriler uymalı. Servis kaşıkları, tabaklar herkes tarafından ellendiği için açık büfenin riskli olduğu yönünde ortak bir görüş var. Diğer taraftan bulaşıklar yüksek ısıda yıkanırsa kap, çatal, kaşık riskli değil. Ancak yıkandıktan sonra bunların herkes tarafından ellenmeden, doğrudan müşteriye iletilmesi önemli. Aynı şekilde virüs, yemeklerle de bulaşmaz” diye konuştu.

Dünya MS Günü’nde “Benim MS Serüvenim” ile farklı bir farkındalık projesi hayata geçiyor

Dünyada yaklaşık 3 milyon, Türkiye’de ise 70 bin kişiyi etkileyen Multipl Skleroz (MS) hastalığı, 30 Mayıs Dünya MS Günü kapsamında gündeme taşınıyor. Türkiye Multipl Skleroz (MS) Derneği’nin “Benim MS Serüvenim” projesi kapsamında gerçekleştireceği online etkinlikler ve canlı yayınlarla toplumun hastalıkla ilgili bilgilendirilmesi ve farkındalık yaratılması hedefleniyor.


Dünya Multipl Skleroz halk tarafından bilinen adıyla MS hastalığı, Uluslararası MS Federasyonu ve Dünya Sağlık Örgütü tarafından her yıl Mayıs ayında çeşitli etkinliklerle gündeme taşınıyor. Türkiye Multipl Skleroz (MS) Derneği bu yıl 30 Mayıs’ta kutlanacak Dünya MS Günü’nde, “Benim MS Serüvenim” projesi çatısı altında, online etkinlikler ve canlı yayınlarla hem hastalara moral olacak hem de hastalıkla ilgili toplumu bilgilendirerek farkındalık yaratacak.

COVID 19 pandemisi nedeniyle online’a taşınan etkinlikler Türkiye MS Derneği Facebook ve Instagram hesaplarından canlı olarak yayınlanacak. Etkinlik programında şarkıcı Ceylan Ertem şarkılarıyla hastalara moral olurken, aşçı Semen Öner MS hastalarına uygun diyet ve yemek alternatifleri hakkında bilgi verecek. Fitness Eğitmeni Gizem Çerçioğlu’nun, konunun uzmanları ile yaptığı söyleşide ise MS hastalarının günlük yaşamdaki hareketliliği ve sağlıklı yaşam için spor konuşulacak. Türkiye MS Derneği başkanı ve üyeleri olan hekimlerin aktif moderatörlüğünde, MS hastalarının ve ünlülerin katımıyla gerçekleşecek canlı yayınlarda, hastalığın teşhis aşamasından, tedavideki güncel gelişmelere kadar en yeni bilgiler paylaşılacak.

MS hastaları ve yakınlarının yanı sıra toplumun her kesiminden insanlara ulaşılacak online canlı yayınlarla hastalıkla ilgili farkındalığın artırılması hedefleniyor.

Son gelişmeleri öğrenecekler
Bu yıl COVID 19 pandemisi nedeniyle MS Günü etkinliklerini online olarak gerçekleştirdiklerini belirten Türkiye Multipl Skleroz Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Uzm. Dr. Melih Tütüncü, “MS beyin, omurilik ve görme sinirlerinden oluşan merkezi sinir sistemini etkileyen kronik bir hastalıktır. Bu yıl Benim MS Serüvenim’ projesi çatısı altında yapılan online etkinliklerle bu zor günlerde amacımız MS hastalarıyla keyifli zaman geçirmek, MS ile ilgili son gelişmeler hakkında bilgi vermek, hastaların yaşadıkları zorluklarla ilgili toplumda farkındalık oluşturmak ve empati yaratmak. MS tedavisi için dünyada ve ülkemizde tıbbın kullanımına sunulan yeni ürünlerle artık elimiz daha güçlü. Umutsuzluğa, nedensiz karamsarlığa yer yok” dedi.

Hastaların yaşam koçluğunu yapıyoruzProje kapsamında yapılacak etkinliklerle ilgili bilgi veren Türkiye Multipl Skleroz Derneği Yönetim Kurulu Üyesi Doç. Dr. Serkan Demir, “MS hastaları tedavilerini aksatmadıkları takdirde normal bir hayat sürebilir. Evlenebilir, çocuk sahibi olabilir. Hekimler olarak başlıca amacımız hastalarımızın hayat kalitelerini yükseltmek. Ayrıca mevcut yaşantılarını sürdürebilmeleri için bir anlamda yaşam koçluğu da yapıyoruz. Bu etkinlikle de buna katkı sağlamaya çalışıyoruz” diye konuştu.

Lider bilim ve teknoloji şirketlerinden Merck’in katkılarıyla gerçekleşecek, “Benim MS Serüvenim” programı şöyle:


  • 28 Mayıs Perşembe 18.00-19.00 Uzman Hekimler ve hastalarla söyleşi
  • 19.30-20.30 Fitness Eğitmeni Gizem Çerçioğlu ile online etkinlik
  • 29 Mayıs Cuma 18.00-19.00 Uzman Hekimler ve hastalarla söyleşi
  • 20.00–21.00 Şarkısı Ceylan Ertem ile online etkinlik

  • 30 Mayıs Cumartesi 18.00–19.30 Uzman Hekimler ve hastalarla söyleşi
  • 17.00-18.00 Aşçı Semen Öner online etkinlik

HAMİLELİK VE LOHUSALIK DÖNEMİNE ÖZEL 6 KORONA ÖNLEMİ



Dünyayı ve ülkemizi etkisine alan yeni tip koronavirüse (Covid-19) yönelik bilgiler kısıtlı olduğundan, tedbirlerin kısmen azaltılmaya başlandığı ve ‘yeni normal’e geçildiği bugünlerde rehavete kapılmamak şart. Koronavirüsün özellikle hamilelik ve emzirme sürecinde etkilerine yönelik birçok bilinmezlik olduğunu belirten Acıbadem Kozyatağı Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Dr. Elif Meşeci, kontrollü sosyal hayat dönemine geçildiği ‘yeni normal’de de hamilelerin ve emziren annelerin çok dikkatli olmaları gerektiğini söylüyor. Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Dr. Elif Meşeci, koronavirüse karşı hamilelikte ve lohusalıkta alınması gereken önlemleri sıraladı, önemli uyarılar ve önerilerde bulundu.
Yaklaşık 3 aydır ülkemizde de bir numaralı gündem maddesi olan koronavirüste ikinci aşamaya yani ‘kontrollü sosyal hayat dönemi’ne geçilirken, bulaş riskine karşı önlemlere sıkı sıkıya uymak çok büyük önem taşıyor. Zira virüs hasta bireylerden öksürme, hapşırma ve sosyal mesafenin korunmadığı 1,5 metreden daha yakın mesafede konuşurken ortaya saçılan damlacıklarla direkt olarak insandan insana bulaşıyor. Ayrıca kişi, virüs içeren bu damlacıklar ile kirlenmiş yüzeylere bilmeden dokunup sonrasında ellerini göz, ağız ve burun mukozasına temas ettirirse yine enfeksiyon kapabiliyor. Acıbadem Kozyatağı Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Dr. Elif Meşeci, hamilelikte kalp-solunum ve bağışıklık sistemlerindeki fizyolojik değişikliklerin hamileleri enfeksiyonlara daha yatkın hale getirdiğini belirtirken “Ancak şu ana kadar edindiğimiz bilgi Covid-19 enfeksiyonunun hamilelikte genellikle hafif atlatıldığı yönündedir. Şayet anne adayında kalp-damar hastalığı, diyabet hastalığı, kronik akciğer hastalığı, obezite gibi risk faktörleri varsa anne adayları yakın izlemde tutulmalıdır. Covid-19 tanısı alan orta/ağır bulguları alan vakalarda akciğerin direk grafi ve tomografi ile değerlendirmesi bebek korunarak yapılabilir” diyor.

Koronavirüs emzirmeye engel değil, ama!
Hamilelikte geçirilen Covid-19 enfeksiyonunun anne karnındaki bebeğe etkileri ile ilgili bilgilerin sınırlı olduğunu belirten Dr. Elif Meşeci, plasentadan bebeğe virüs bulaşıp bulaşmadığı net olarak bilinmemekle birlikte, ciddi geçirilen enfeksiyonlarda düşük, erken doğum, erken su kesesinde yırtılma ve bebekte büyüme-gelişme geriliği gibi sorunlarla karşılaşılabildiğini söylüyor. Dr. Elif Meşeci, virüsle enfekte olan annelerin ise bebeklerini emzirmeye devam edebileceklerini veya sütü sağarak verilebileceklerini, ancak mutlaka bazı kurallara dikkat edilmesi gerektiğini belirterek şöyle konuşuyor: “Şu ana kadar virüs anne sütünde izole edilememiştir. Genel görüş anne sütü ile beslemenin, süt ile viral geçiş riskinden daha üstün olduğu yönündedir. Şüpheli ya da enfekte anne şayet emzirecekse bebeğe dokunmadan önce ellerini yıkamalı, öksürme ve hapşırmadan kaçınmalı, emzirme sırasında maske takmalıdır.” Ancak süt sağılıp verilecekse biberon veya sağma pompasına dokunmadan önceyine mutlaka eller yıkanmalı, her kullanımdan sonra bu aletlerin sıcak su ve sabunla temizliğine özen gösterilmelidir.

‘Yeni normal’de bu 6 önleme dikkat!
Covid-19 enfeksiyonuna özgü belirli bir ilaç tedavisi olmadığından bu nedenle öncelikle hasta olmamayı sağlamanın ilk hedef olması gerektiğinin altını çizen Dr. Elif Meşeci “Covid-19 enfeksiyonunun hamilelikteki etkisinin sadece anne adayı için değil aynı zamanda doğacak bebeği için de ciddi problemler oluşturabileceği bilinciyle hareket etmeli, virüsün yayılımını önlemek için üzerimize düşen sorumluluğu dikkatlice yerine getirmeliyiz. Kişisel korunma önlemlerini dikkatlice uygulamak kendimize, bebeğimize, ailemize ve sevdiklerimize Covid-19 bulaşını engelleyecektir” diyor. Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Dr. Elif Meşeci, ‘yeni normal’de bu 6 önleme dikkat edilmesi gerektiğini vurguluyor;
  • Sosyal mesafenin korunması: Kalabalık ortamlara girilmemesi, toplu taşıma kullanılmaması, mümkün olduğunca evde kalınması gerekli. Dışarı çıkılması gerekirse ‘burun ve ağzı’ kapatacak tarzda maske kullanılmalı. Ancak sadece maske kullanılmasının yeterli olmayacağını bilerek sağlıklı görünen bireylerle bile araya 1,5-2 metre sosyal mesafe koymaya çok dikkat edin.
  • Kişisel hijyen kurallarını uygulamak: Ellerin sabun ve su veya alkol bazlı (%70 alkol konsantrasyonu olan) el antiseptikleri ile temizlenmesine özen gösterin.
  • Elinizi yüzünüze, gözünüze ve ağzınıza götürmeyin.
  • Öksürüp hapşırırken elinizin içine değil, peçete ve dirsek içini kullanın.
  • Ortak alanlarda yüzey temizliğinin sık yapılması: Kapı kolu, elektrik düğmesi, telefon, kumanda gibi ortak kullanılan yüzeylerin temiz olmasına dikkat edin.
  • Ev halkından her gün dışarı çıkmak zorunda olan, çalışan bireyler varsa aile içi bulaşı engellemek için odanızı sık sık havalandırın, farklı zamanlarda yemek yiyin, ayrı havlu mümkünse ayrı tuvalet kullanmaya ve eve ziyaretçi kabul etmemeye özen gösterin.

AHEF'TEN DÜNYA SAĞLIK ÖRGÜTÜNE AÇIK MEKTUP

Aile Hekimleri Dernekleri Federasyonu (AHEF) Dünya Sağlık Örgütü’ne bir mektup gönderdi. Federasyon Yönetimi mektupta; “Dikkat çekmeyi istediğimiz durum; şüpheli vakaların istatistiklere yansıyıp yansımadığına ilişkin kaygılarımız ve dünya genelinde standartların tam olarak oluşmamasından duyduğumuz tedirginliktir” dendi.
Aile Hekimleri Dernekleri Federasyonu’nun Dünya Sağlık Örgütü’ne yönelik yayınladığı açık mektupta pandemi dönemine ilişkin toplum ve sağlık çalışanları için önem taşıyan konulara yer verildi.

“Ocak ayının başlarında Çin'in Vuhan kentinde başlayan ve tüm dünyaya yayılan yeni tip koronavirüs (Covid-19) nedeniyle Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), 11 Mart 2020’de "pandemi" ilan etti. Aynı günlerde DSÖ Başkanı, virüsün kendisi kadar, ülkelerin virüse karşı yeterli adımları atmamasının da alarm verici olduğuna dikkat çekerek; "Her ülke tespit, test, tedavi, izolasyon ve halkını harekete geçirmek yoluyla hâlâ bu pandeminin gidişatını değiştirebilir" ifadelerini kullandı.
Geldiğimiz bu günlerde, dünya genelinde 7 Mayıs 2020 tarihi itibariyle güncel veriler çerçevesinde 3.820.000 Covid 19 kesin tanı vaka bulunuyor ve 265.000 kişi de hayatını kaybetti. Diğer yandan, yapılan çalışmalar PCR pozitifliği dışında klinik ve bilgisayarlı tomografi bulguları ile tanı konan milyonlarca insan olduğu gerçeğini gözler önüne seriyor.

Kişisel koruyucu önlemler, sosyal mesafe ve el hijyeninin önemi her fırsatta duyuruluyor ve önlemler gün geçtikçe artırılıyor. Birçok ülkede karantina uygulamaları, sokağa çıkma kısıtlamaları, okul, AVM, ibadethane, cafe ve parkların, halkın kalabalık olarak bulunabileceği kapalı alanların kısıtlanması, sehayat kısıtlamaları salgının yayılımında önemli dönüm noktaları oldu. Ülkemiz de bu anlamda birçok önlemi erken dönemde aldı, başta seyahat kısıtlaması ve 65 yaş üstü bireylerin sokağa çıkma kısıtlaması olmak üzere önlemler iyi sonuçlar verdi. Erken önlem alan ve salgını sınırlandıran ülkelerde ölümlerin daha az görülmesi bunun en iyi kanıtıdır.

Salgında önlemler kadar önemli bir diğer konu da virüsle enfekte bireylerin erken tespiti ve izolasyonu… Bu noktada DSÖ‘nün de dikkati çektiği gibi testler hayati önem taşıyor. Diğer yandan, her ülkenin test imkânı yeterli olmadığı gibi testlerin güvenirliği de tartışmalıdır. Henüz tam olarak tüm davranış kalıplarını bilmediğimiz bir düşmanla savaşırken elimizdeki silahların da düşmanı tespit etmeye ve yok etmeye uygun olması da son derece önemlidir.

Dikkat çekmeyi istediğimiz durum; şüpheli vakaların istatistiklere yansıyıp yansımadığına ilişkin kaygılarımız ve dünya genelinde standartların tam olarak oluşmamasından duyduğumuz tedirginliktir.

Covid icd kodunun birden fazla ve ülkelere göre farklı olması, Sadece PCR ile tanı konulması kısıtlılığı, virüsün bilinmeyenlerine, farklı tip ve davranışlarına rağmen kesin tanı kriteri üzerinden vaka açıklaması, pandeminin ortadan kalkmasını geciktirebilir. Hatta imkânsız hale getirebilir. Daha sıkı önlemler almalı, şeffaf olmalı ve ortak tavır sergilemeliyiz.“

Aile Hekimleri Dernekleri Federasyonu (AHEF) mektupta ek olarak Covid 19 şüpheli sağlık çalışanları için idarenin iş kazası bildirimi yapması yönündeki taleplerine de yer verdi.

“PCR pozitifliği bulunmayan ancak klinik olarak şüpheli vaka kabul edilen ve tedavisi düzenlenen sağlık çalışanları vefat etmesi durumunda ölüm belgesi düzenlendiğinde ölümün nedeni olarak "viral pnömoni" girilmesi hayatını kaybeden sağlık çalışanlarının yakınları için tazminat hakkını kısıtlaması endişesi taşıyoruz.

Ölüm nedeni her zaman PCR testleri ya da altın standart yöntemlerle, otopsilerle tanımlanmıyor. Buna rağmen şüpheli vakalarda PCR testinin baz alınması ve ölüm bildiriminde Covid 19 şüpheli vakanın olası tanı olarak veri girişinde imtina edilmesi mağduriyet oluşturmaktadır. Covid 19, sağlık çalışanları için meslek hastalığı yönünden mutlaka kabul edilmelidir.

Ülkeler arası uygulama bütünlüğü yönünden sizlerin tavsiye kararlarının ve görüşlerinin yol gösterici olacağına inanıyor, hep birlikte topyekûn olarak Covid 19 pandemisinin sona ermesi adına ortak mücadeleyi desteklediğimizi bildirmek istiyoruz.”

Hamilelikte tiroid hormonlarının ölçülmesi anne-bebek sağlığı için çok önemli

Merck tarafından başlatılan ve YouGov tarafından yürütülen uluslarası araştırma tiroid bozukluklarının doğurganlık ve anne-bebek sağlığı üzerindeki etkilerini anlamada yetersizlik olduğunu ortaya koydu. 12. Uluslararası Tiroid Farkındalık Haftası’nda (ITAW) sonuçları açıklayan araştırmacılar, “Tiroid bozuklukları, yalnızca hamileliği etkilemez. Daha önce tiroid bozukluğu olmayan bir annede de komplikasyon gelişebilir ve bebeği tiroid bezi fonksiyon bozukluğu ile doğabilir” dedi.

Dünya çapında 1,6 milyar insanın tiroid fonksiyon bozukluğu riski altında olduğu düşünülüyor. Tiroid rahatsızlığı yaşayanların %60'a varan kısmına teşhis konulmamış ve sekiz kadından biri ömrünün bir noktasında tiroide bağlı problemler yaşıyor. Lider bilim ve teknoloji şirketlerinden Merck, teşhis edilmemiş tiroid hastalığının doğurganlık, fetus gelişimi ve anneyle bebeğinin sağlığı üzerindeki olası etkilerini anlamada bir yetersizlik olduğunu ortaya koyan uluslararası araştırma sonuçlarını açıkladı. Merck tarafından başlatılan ve YouGov tarafından yürütülen “İnsanların bu konuda daha bilinçli olmalarına ihtiyaç olduğunu gösteren” araştırmanın sonuçları, 25-31 Mayıs tarihleri arasında gerçekleşen "Anne ve Bebek" temalı 12. Uluslararası Tiroid Farkındalık Haftası'nda paylaşıldı. MerckUluslararası Tiroid Federasyonu ve ThyroidChange ile gerçekleştirdiği kampanya ile farkındalık oluşturmayı hedefliyor.

Uluslararası Tiroid Federasyonu Başkanı Ashok Bhaseen ve TyroidChange'in kurucu ortağı Denis Roguz’u24 Mart-6 Nisan 2020tarihleri arasında 6 ülkeden (Şili, Çin, Kolombiya, Endonezya, Meksika ve Suudi Arabistan) toplam 7 bin 208 kişi ile yapılan araştırmanın bulgularıyla yaptıkları yorumların ortak noktası şöyle: Bu araştırma, yönetimi yapılmamış tiroid fonksiyon bozukluklarının doğurganlık ve anneyle bebeğinin sağlığı üzerindeki etkileri hakkında daha iyi eğitim verilmesi gerektiğini gösteriyor. Araştırma sonuçlarına göre, katılımcıların yalnızca dörtte biri (%24) teşhis edilmemiş tiroid fonksiyon bozukluklarının doğurganlık sorunları yaratabileceğinin bilincinde. %48'i hipotiroidinin (azalmış tiroid bezi fonksiyonu) hamilelik sırasında anne ve bebek açısından komplikasyonlara sebep olabileceğinin farkında.

Araştırmacılar, daha fazla kadının tiroid hormonu seviyelerinin, tiroid fonksiyon test paneliyle taranması ve daha fazla doktorun, hamilelik esnasında optimal tiroid hormonu seviyelerine dair kılavuz bilgilerine sahip olması gerektiğinin altını çiziyor.

Anne adayının tiroid düzeyi bebeğin zeka gelişimini etkiler
Konuyla ilgili görüşlerine başvurduğumuz, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Sait Gönen ise hamilelik döneminde anne ve bebek sağlığı için tiroidin önemine dikkat çekerek şu bilgileri verdi: “Tiroid hastalıklarının tamamı normalde kadınlarda erkeklere oranla 2-4 kat daha sık görülür. Bilinen bir tiroid sorunu olmayıp gebe kalan bir kadında, gebeliğe özgü hormonal değişiklikler ve metabolik gereksinimdeki artışa bağlı olarak iyot ihtiyacı artar. Özellikle otoimmun tiroidit zemini olan gebelik öncesi tolere edilebilen ancak gebelikle birlikte iyot ihtiyacının yüzde 50'ye yakın artmasıyla önemli boyutlara ulaşan tiroid hormonu yetersizliği durumundan, anne ve bebek etkilenir. T4 seviyesinde düşme, TSH’da artmaya neden olur. Özellikle gebeliğin ilk dört ayı, organların oluştuğu evrede hem vücut hem de zeka gelişimi yönünden anne tiroid hormonuna şiddetli ihtiyaç duyar. Bu, bebeğin zeka gelişimini kötü yönde etkileyebilir. Bu olumsuzluklar nedeniyle, hipotiroidisi olan bir kadının gebelik öncesi tedavisinin mutlaka yapılması gerekir.”

Prof. Dr. Sait Gönen gebeliğe karar verildikten sonra yapılması gerekenleri ise şöyle anlattı: “Gebeliğe karar verildiğinde, menstruasyonun bitiminden hemen sonra tiroid fonksiyon testleri ölçülmeli, ilaç dozu mutlaka düzenlenmelidir. Gebelik oluştuktan sonra, gebeliğin 8, 12 ve 20'nci haftalarında TSH ölçülmelidir. Özellikle gebeliğin ikinci yarısında ilaç dozunu artırmak gerekebilir. İlaç dozunu artırdıktan 1 ay sonra ST4 ve TSH ölçümü yapılarak kontrollere devam edilir. Gebelik sırasında ilk kez hipotiroidi saptanırsa hemen tedaviye başlanmalı, tedavinin ilk ayında tekrar ST4 ve TSH ölçümü yapılarak doz ayarlamasına gidilmeli.”

Anne-bebek sağlığını önemsiyoruz
Merck Türkiye Yönetim Kurulu Başkanı ve Genel Müdürü Şehram Zayer, “Firma olarak hayata başlarken ve yaşam boyunca insan hayatının kalitesini artırmaya ve hastaların henüz karşılanmamış ihtiyaçlarını karşılamaya dair çaba gösteriyoruz. Hedefimiz, hastaların yaşam kalitesini artıracak ve hasta ihtiyaçlarını karşılayacak tedavileri ülkemizde ve tüm dünyada tıbbın kullanımına sunmaktır. Tiroid bezi fonksiyon bozuklukları dünya çapında, özellikle kadınlarda sıklıkla görülen bir sorundur. Hamilelik ve doğum sonrası dönem hem anne hem de bebekler açısından tiroid hastalıkları riski oluşturmaktadır. Merck olarak, Fertilite tedavisi alanında dünyanın ilk fertilite tedavilerinden birini ürettik. İki buçuk milyondan fazla bebeğin dünyaya getirilmesine yardımcı olmuş bir şirket olarak, anne-bebek sağlığını önemsiyoruz. Doğurganlığı ve anne-bebek sağlığını riske eden tiroid bezi fonksiyon bozukluğunun, teşhis konulması halinde tedavisi mümkündür. Şu an 12. yılında olan Uluslararası Tiroid Farkındalığı Haftası’nda “Anne-bebek” temalı kampanya ile bu konudaki farkındalığı artırmak için çalışıyoruz” dedi.

Merck tarafından başlatılan ve YouGov tarafından yürütülen uluslararası araştırma sonuçlarına göre;

  • Katılımcıların yarısından azı (%48) hamile kadınlarda optimal tiroid hormonu seviyelerinin hamilelik boyunca kontrol edilmesinin çok önemli olduğunun farkında.
  • Katılımcıların yalnızca dörtte biri (%24) teşhis edilmemiş tiroid fonksiyon bozukluklarının doğurganlık sorunları yaratabileceğinin bilincinde.
  • Araştırmaya katılanların %48'i hipotiroidinin (yeterince aktif olmayan tiroid bezi) hamilelik sırasında anne ve bebek açısından komplikasyonlara sebep olabileceğinin farkında.
  • Katılımcıların yalnızca dörtte biri (%26), daha önce tiroid problemi olmayan annelerin çocuklarını doğurdukları ilk yıl içinde tiroidle ilgili problemler yaşamaya başlayabileceklerinin bilincinde.
  • Katılımcıların yarısından azı (%45), yeni doğmuş bebeklerde (bir aylık ya da daha küçük) yeterince gelişmemiş tiroid beziyle doğdularsa ve tedavi edilmeleri gerekecekse bunu öğrenebilmek için doğuştan hipotiroidi (doğumda ya da doğum öncesinde yeterince aktif olmayan tiroid fonksiyonları) testi yapılması gerektiğini biliyor.