29 Haziran 2020
BELİRTİLERİ SIRADAN GÖRÜLME ORANI YÜKSEK
Her kadının biraz sancısı olur diye düşünüyorsanız yanılıyorsunuz! Olağan gibi düşündüğünüz ağrı, önemli bir sorunun belirtisi olabilir! Halk arasında “çikolata kisti” olarak bilinen endometriozisin rastlanma oranına da dikkat çeken Acıbadem Taksim Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Doç. Dr. Faruk Abike, her 10 kadından birinde rastlanacak kadar sık yaşadığını belirtiyor. Adet sancısı, ağrılı cinsel ilişki, regl döneminde yoğun kanama gibi belirtilerle kendini belli ettiğini söyleyen Doç. Dr. Abike,”Endometriozis bazen hiçbir şikayete de yol açmayabiliyor. Öyle ki hiçbir şikayeti olmasa bile kadınların yüzde 10-20’sinde bu duruma rastlanabiliyor. Ancak belirtileri yaşayan kadınlarda bu oran yüzde 60-70’e çıkıyor” diyor.
Vücudun farklı yerlerinde gelişiyor
Endometriozis; rahim içini döşeyen endometrium tabakasının olması gerektiği yerde değil, rahmin dışındaki başka bir bölgede büyüyüp gelişmesine deniyor. Öyle ki bu dokular, hiç akla gelmeyecek organlarda bile gelişebiliyor. Daha çok yumurtalıkta, periton adı verilen karın zarında, tüplerde görülse de, bazen bağırsaklara karaciğere, memeye yerleşip gelişiyor. Çok nadiren olsa da göz boşluklarında gelişip, kişi ağladığında kanlı gözyaşı şeklinde kendini belli ediyor. Beyine ilerlediğinde ise, bulunduğu bölgeye göre bambaşka sorunların oluşmasına yol açıyor.
Anne olmayı engelliyor
En sık yumurtalık, karın zarı ve tüplerde görüldüğü için hastanın anne olmasına engel oluyor. İnfertilite nedenlerinin arasında önemli bir yere sahip, endometriozisin tedavisinde öne çıkan laparoskopik cerrahi sayesinde yüz güldürücü sonuçlar elde ediliyor. Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Doç. Dr. Faruk Abike ağrılı adet ve cinsel ilişki, idrar yaparken zorlanma gibi belirtilerin hafife alınmaması gerektiğini vurgulayarak “Endometriozis tedavisi, laparoskopik cerrahi ile yapılan bir ameliyat. Bu yöntemle, hastanın kısa zamanda taburcu imkanı yüksek. Dolayısıyla laparoskopik ameliyatlar sonrasında çocuk sahibi olmak isteyenlerin bu arzusuna ulaşmaları kolaylaşıyor.” diyor.
Nedeni tam olarak bilinmiyor
Hastalığın nedenleri tam olarak bilinmiyor. Ancak adet kanaması yoğun olan kadınlarda daha sık görüldüğü düşünülüyor. Doç. Dr. Faruk Abike ailesel geçişe dikkat çekiyor. “Annede endometriozis görülmesi halinde kızında ortaya çıkma riski 7 ila 20 kat daha fazla oluyor” diyen Doç. Dr. Faruk Abike risk faktörlerini şöyle sıralıyor: “Genetik geçişin yanı sıra östrojene uzun süreli maruziyet yani erken adet görmeye başlamak ve geç menopoza girmek, doğum yapmamak, emzirmemek temel risk faktörlerini oluşturuyor.”
Tanısı basit!
İleri evrede endometriozis; infertiliteye neden olabiliyor. İnfertilitenin önemli bir nedeninin endometriozis olduğunu dile getiren Doç. Dr. Faruk Abike tanı süreci hakkında “İleri düzeyde endometriozisin tanısı basit bir ultrasonografi ile konulabilir. Bu hale gelmeden önceki oluşumların tanısı için laparoskopik yöntemle şüpheli bölgelere girilerek biyopsi yapılıyor.
Ancak bu da şikayeti olan herkes için gerekli bir yöntem değil” diye bilgi veriyor.
Çoğunlukla medikal tedavi yapılıyor
Hastalığın tanısının ardından medikal ya da cerrahi tedavi seçenekleri bulunuyor.
Ağrılı adet dönem ve cinsel ilişki şikayetlerinde medikal yolun tercih edilebildiğini ifade eden Doç. Dr. Faruk Abike “Tedavi seçeneklerinde temel belirleyiciler; hastanın yaşı, infertilite durumu ve çocuk isteği ile şikayetleri. Endometriozis tanısı konan hastaların yaklaşık yüzde 70’i ilaç tedavisinden fayda görüyor. Tedavide kullanılan düşük dozlu doğum kontrol hapları ile ayrıca rahim ve yumurtalık kanseri riskini azaltmak da mümkün oluyor. Bazı durumlarda da progesteron hormonu içeren üç ayda bir uygulanan iğneler kullanılıyor” sözleriyle konuyu ayrıntılandırıyor.
Laparoskopik cerrahi uygulanıyor
Kadınların belirtileri dikkate almaması ya da doktora geç başvurması gibi nedenlerden dolayı kimi zaman medikal yöntemler endometriozis tedavisinde etkili olamıyor. Bu gibi durumlarda halk arasında “kapalı ameliyat” olarak bilinen laparoskopik cerrahiye başvurulduğunu anlatan Doç. Dr. Faruk Abike yapılan işlemi şöyle anlatıyor:
“Laparoskopik cerrahide en az müdahale ile ameliyat yapmak mümkün oluyor. İki tane beş milimetrelik, iki tane on milimetrelik kesi ile karın içerisine rahatlıkla girilebiliyor. Karında bulunan endometriozis yapıları bu küçük kesilerden çıkarılarak hasta tedavi ediliyor. Hasta ameliyatın ertesi günü taburcu ediliyor, bir hafta sonra da günlük yaşamına dönebiliyor. Laparoskopik ameliyatların tercih edilmesinin önemli bir nedeni daha var. Açık ameliyatların bazılarında oluşan yapışıklık, laparoskopide yaşanmıyor. Bu da endometriozis tedavisinde çok önemli bir nokta” diyor.
Cerrahiden sonra anne olmak yararlı
Endometriozis tedavisi gören kadının çocuk sahibi olmak istemesi halinde ameliyatın hemen ardından tüp bebek tedavisine başlanmasının ayrıca yararlı olacağına dikkat çeken Doç. Dr. Faruk Abike “Çünkü zaten hamilelik ve emzirme dönemi endometriozisi gerileten durumların başında gelir” diyor.
Her 3 kadından birinde tekrar ediyor
Ameliyat olan her 3 hastadan birinde ileriki süreçte yeniden cerrahiye gidildiğini belirten Doç. Dr. Faruk Abike, düzenli kontrolün önemine de dikkat çekiyor. Düzenli kontrol, bu hastalığın erken evrede saptanmasını sağlıyor. O nedenle şikayeti olsun ya da olmasın bütün kadınların yılda bir kez mutlaka jinekolojik muayeneden geçmesi gerektiğini hatırlatıyor.
24 Haziran 2020
SINAV STRESİNE KARŞI BU ÖNERİLERE DİKKAT!
Yüzbinlerce öğrencinin kaderini belirleyecek Yükseköğretim Kurumları Sınavı’na (YKS) artık sayılı günler kaldı. Bu yıl, tüm dünyayı etkisine alan Covid-19 pandemisinin gölgesinde yapılacak üniversite giriş sınavı öncesi hem öğrencilerde hem de ailelerinde heyecan ve stres dorukta! Acıbadem Fulya Hastanesi’nden Uzman Psikolog Sena Sivri “Ülkemizde de yaklaşık 4 aydır günlük yaşantımızı tepeden tırnağa değiştiren Covid-19 pandemisinin yol açtığı bilinmezlik ve yaşamsal risk herkeste büyük bir kaygıya ve korkuya yol açtı. YKS sınavına hazırlanan gençler için de son derece zorlayıcı bir süreç oldu, olmaya da devam ediyor. Arkadaşlarla iletişimin en yoğun olduğu ergenlik döneminde sürekli evde ve aileyle kalmak, sınav tarihi ve içeriklerinde yaşanan değişim, sınav ortamında virüs kapma riski, öğretmen ve arkadaşlarıyla istedikleri gibi iletişim kuramamak, sokağa çıkma yasağı, ailelerinin kaygı ve korkuları ve bunları çocuklarına yansıtışları gençlerin büyük bir kısmını negatif yönde etkiledi” diyor. Buna karşın sınava girecek öğrencilerin kendilerini rahatlatabilmek, kaygılarını kontrol altına alabilmek ve motivasyonlarını artırabilmek için dikkat etmeleri gereken bazı kurallar olduğunu belirten Uzman Psikolog Sena Sivri, 27-28 Haziran tarihlerinde gerçekleştirilecek sınav öncesi ve sınav esnasında yapılması gerekenleri anlattı, önemli uyarılar ve önerilerde bulundu.
SON 3 GÜNDE YAPILACAKLAR
Günlük tutun, duygularınızı paylaşın
Kökeni ne olursa olsun kaygıyla baş etmede duygu ve düşüncelere dair farkındalığı artırmak ve paylaşmak çok etkilidir. Akranlarla yapılan paylaşımlar bu konuda yalnız olmadıkları hissini pekiştirirken, aile ve öğretmenlerle yaptıkları paylaşımlar yol göstericilik adına etkili olacaktır. Düzenli olarak duygu günlüğü tutmak bunları dile dökmekte faydalı olacaktır. Son 3 günde duygularınızı düzenli olarak bir deftere yazın.
Evde yapılan deneme testlerinde maske takın
Koronavirüs önlemleri kapsamında sınav ortamında maske ile oturulacağı için evde yapılan deneme testlerinde de maske takın. Çünkü sınavda maske takılması hiçbir öğrencinin bu zamana kadar deneyimlediği bir şey olmadığı için huzursuzluk yaratabilir. Evde deneme testlerini çözerken sınav ortamını oluşturup maske ile çözmek gerçek sınav gününe kadar alışmanızı kolaylaştıracaktır.
Hobilerinize de zaman ayırın
Sınav öncesi bu son günlerde; sınava hazırlanmanın yanı sıra evde keyif alacağınız hobisel aktiviteleriniz olsun; günde bir saat de olsa bunlarla da uğraşın. Bu aktivitelerin zihninizi rahatlatmada ne kadar etkili olacağını göreceksiniz.
Beslenme ve uykunuza çok dikkat edin
Evde çalışma ve eğitim süreci standart rutinin dışında bir beslenme ve uyku düzeni oluşmasına sebep oldu. Sınava kısa süre kalmışken sınav gün ve saatine uygun, standart rutinlerinizde bir düzen oluşturmak faydalı olacaktır.
Sosyal medya diyeti yapın
Uzman Psikolog Sena Sivri “Salgın sürecinde sosyal medyada birçok haber kirliliği oluştu ve aslında bunlar konuyla ilgili kaygımızı artırmakta, bizi negatif yönde etkilemekte. Özellikle sınava az bir zaman kaldığı şu dönemde bu tip haberlerden uzak kalmak iyi gelecektir. Son 3 gün sosyal medyadan uzak durun” diyor.
Sosyal ilişkileri güçlü tutun
Sosyal ilişkilerin varlığı ve sıklığı kaygıyla baş etmedeki en güçlü araçtır. Bu süreçte arkadaşlarınızla görüntülü konuşma gibi yollarla sosyalliğinizi sürdürün, hem bu konuda yaşadığınız kaygıda yalnız olmadığınızı görecek, hem de sosyalliğin iyilik halinden faydalanacaksınız.
Düzenli egzersiz yapın
Evde izole kalınan süreçte fiziksel hareket kısıtlılığının yarattığı negatif etkileri de gözlemlemekteyiz. Evde, günde yarım saat de olsa egzersiz yapmayı ihmal etmeyin. Özellikle, kaygıyla baş etmeyi kolaylaştıracağı için yoga, meditasyon ve solunum egzersizleri yapın.
Son gün çalışmayı bırakın!
Sınav öncesi son gün yapılan çalışmalar kafa karışıklığına yol açabileceğinden, son günü çalışmak yerine zihninizi ve bedeninizi dinlendirmeye ayırın.
Sınava dair virüs bulaşma kaygınızla ilgili düşünce egzersizleri yapın
Uzman Psikolog Sena Sivri “Önlemlerin alındığı, sosyal mesafe ve hijyen tedbirlerine uyulduğu takdirde güvende olacağınızı kendinize hatırlatın. Tüm bu önlemleri dikkate alın ve uygulayın” diyor.
SINAV GÜNÜ YAPILACAKLAR
- Mutlaka sağlıklı bir kahvaltı yapın.
- Sınava elinizden geldiği şekilde hazırlandığınızı düşünün.
- Sınav kaygısını her öğrencinin yaşadığını, belli ölçülerde yaşamasının da normal olduğunu unutmayın. Dozunda kaygı, başarı yolunda itici güç olması sebebi ile gereklidir de. Kontrol edilemez olduğu noktada sorun yaratıcı ve başarıyı sabote edici olma özelliği taşır.
- Ebeveynlerinizin olası kaygı ve korkularını çok büyütmeyin.
- Covid’e karşı gerekli hijyen önlemlerinin alınmış olduğunu düşünerek endişelenmeyin.
- Burnunuzdan derin nefes alıp yavaş yavaş ağzınızdan verin.
- Sınavda çevreyle ilgilenmeyin, sadece kendinize odaklanın.
Erken Yumurtalık Yetmezliğinde Yaşam Tarzında Yapılacak Değişikliklerle Çocuk Sahibi Olmak Mümkün
İnfertilite, yani bir yıl korunmadan çocuk sahibi olamama oranı dünyada %8-12 arasındayken, ülkemizde bu oran %10-20 aralığında değişiyor. İnfertiliteye neden olan en önemli faktörlerden biri kadınlarda yaşanan Erken Yumurtalık Yetmezliği olarak biliniyor.
Üreme Sağlığı ve İmmunolojisi Uzmanı Dr. Murat Berksoy, Erken Menopoz olarak da bilinen bu infertilite faktörünün erken yaşta tanı konulması ile düzeltilebileceğini belirtiyor. Erken tanı ile sürecin olumlu şekilde yönetilebileceği ve çiftlerde çocuk sahibi olma şansının da artacağı bir durum olduğunu sözlerine ekliyor.
Erken Yumurtalık Yetmezliği Gebeliği Engelliyor
Çocuk sahibi olma yolunda çiftlerin yaşadığı sorunların başında erken yumurtalık yetmezliği (Premature Ovarian Failure, POF) geliyor. Erken Yumurtalık Yetmezliği kadınlarda 40 yaşından önce yumurtalık fonksiyonlarının bozulması olarak açıklanıyor. Bir tür erken menopoz olarak da adlandırılan bu durumda doğurganlık hormonlarının dengesi bozulur, adet döngüsü durabilir ve sonuç olarak doğal yollarla gebe kalmak imkânsız hale gelebiliyor. Yapılan araştırmalarda erken yumurtalık yetmezliğinin görülme oranı 30 yaşından küçük kadınlarda binde bir, 40 yaşından küçük kadınlarda ise yüzde bir olarak değişiyor.
Geç Tanı Konması Çocuk Sahibi Olma Sürecini Uzatıyor
Ülkemizde erken yumurtalık yetmezliği tanısı, genellikle kadınların ya 40 yaşından önce adetten kesilmesi ya da çocuk sahibi olmak isteyip olamadıklarında doktora başvurmaları ile konabiliyor. 40 yaşın çocuk sahibi olma yolunda dönemeç olduğunu belirten Dr. Murat Berksoy,
“Bu aşamada gelen hastalar için doğurganlık konusunda yapılacak tedavilerin süresi uzuyor. Erken dönemde rutin kontrollerde bu tanı konabilse yumurtalık işlevleri önceden belirlenebilir ve buna neden olan temel faktörlere eğilerek kişiye özel tedaviler planlanabilir” önerisinde bulunuyor."
Yaşam Tarzı Değişiklikleri ile Çocuk Sahibi Olma Şansı Artıyor
Sağlıksız beslenme, toksinlere ve radyasyona maruz kalma, uyku bozuklukları, stres, hareketsizlik, sigara kullanımı, kozmetikler ve temizlik ürünlerindeki kimyasalların etkisi ve tabii genetik faktörler erken menopoz riskinin belirleyicisi oluyor. Dr. Murat Berksoy erken yumurtalık yetmezliği tanısında tüm bu yaşam tarzı faktörlerinin düzenlenmesi ile riski en aza indirmenin mümkün olduğunu ve bu şekilde çocuk sahibi olan çiftler bulunduğunu belirtiyor.
Dr. Murat Berksoy Yaşam Tarzı Değişiklikleri için Neler Öneriyor?
-Sağlıklı ve temiz gıdalarla beslenmeli, işlenmiş paketli ürünlerden uzak durmalısınız.
-Radyasyon ve elektro manyetik alanlardan uzak kalmalısınız.
- Sebze ağırlıklı beslenin. Sofranızda her renk sebze olmalı. Bol sıvı tüketin.
-Sigara ve alkolden uzak kalın. İçilen ortamlarda bile bulunmamalısınız.
-Doğal içerikleri olan kozmetikler ve temizlik ürünlerini kullanın.
-Düzenli spor yapmalı, hareketli olmalısınız.
-Uyku düzenini oturtmalı ve kaliteli uyku uyumalısınız.
-Stresi yok edemeyiz ama stresi yönetebilirsiniz.
-Bağışıklık sisteminizin dengeli olması için dikkat etmelisiniz.
-Hormonal bozukluklar varsa tedavi olmalısınız.
-Genetikle gelen yatkınlıklar için mutlaka bir uzman ile görüşmelisiniz.
23 Haziran 2020
Vücut enerjinizi akupunkturla dengede tutun
Dünya Sağlık Örgütü tarafından 80 farklı rahatsızlıkta tedavi yöntemi olarak kabul edilen akupunktur ile pek çok hastalığın tedavisi yapılabiliyor. Vücut enerjisi ve yaşam gücünü dengeleyerek sağlık bulmanın amaçlandığı akupunktur, binlerce yıldır geleneksel Çin tıbbında kullanılırken, modern batı tıbbında da bağışıklık sistemini harekete geçiren bir yöntem olarak kabul görüyor.
Dr. Güneş Terzi |
İzmir Alsancak’taki kliniğinde ozon ve akupunktur tedavisi yapan Anestezi Uzmanı Dr. Güneş Terzi, akupunktur ile bağışıklık sistemi uyarılarak kan dolaşımının arttırıldığını yara iyileşmesinin ve ağrıların azalmasına yardımcı olduğunu söyledi. Terzi, akupunktur uygulamalarının pek çok fiziksel ve psikolojik rahatsızlıkta kullanıldığı gibi, kilo verme ve sigara bırakmada da etkili olduğunu kaydetti.
Dr. Güneş Terzi “Akupunktur, geleneksel Çin tıbbında, vücutta belirli meridyenlerden aktığına inanılan ve Çİ olarak bilinen enerji ve yaşam gücü akışının dengelenmesi tekniğidir. Batı tıbbında ise akupunktur noktaları sinirleri, kasları ve bağ dokusunu uyaran yerlerdir. Dokuları, organları ve vücudun çeşitli işlevlerini etkilemek için, cilt yüzeyinin sinir açısından zengin bölgeleri uyarılır. Her akupunktur iğnesi, küçük bir yaralanma yaratır ve bu yaralanma herhangi bir rahatsızlığa yol açmasa da vücudun yanıt vermesini sağlayacak bir sinyal göndererek iyileşme sağlanır” dedi.
“Hangi hastalıklar, kaç seans?”
Akupunkturun birçok rahatsızlığın tedavisinde etkin olarak kullanıldığının altını çizen Güneş Terzi şöyle konuştu: “Akupunktur, alerji, anksiyete, depresyon, osteoartrit, diş ağrısı, migren dahil baş ağrıları, genellikle boyun, sırt, dizde olan kronik ağrılar, hipertansiyon, adet krampları ve adet öncesi ağrı ;PMS denilen durumlar, burkulma, hafif kas, iskelet ve yumuşak doku travmaları, inme, sabah rahatsızlığı da denilen gebelik, kemoterapi ve ameliyat sonrası sık görülen bulantı, kusma gibi rahatsızlıkların tedavisinde kullanılıyor. Ayrıca daha sınırlı kanıta sahip olmakla birlikte akne, karın ağrısı, uykusuzluk, kısırlık tedavisine destek, diyabet komplikasyonların önlenmesi ve kan şekeri regülasyonuna yardımcı olduğu da gözlemleniyor. Hastalık ve şikâyete göre tedavi süresi değişebilmekle beraber, her bir tedavi kürü ortalama 10-12 seanstır ve genellikle haftada 2 seans şeklinde uygulanır.”
“Kilo verebilirsiniz, sigarayı bırakabilirsiniz”
Akupunkturun kilo verme ve sigara bırakmaya da yardımcı olduğuna dikkati çeken Dr. Güneş Terzi, geleneksel anlamda akupunktur kendi başına şişmanlığı tedavi etmediğini ancak aşırı kiloya neden olabilecek altta yatan vücut rahatsızlıklarını ortadan kaldırdığını vurguladı. Terzi, sigara bırakmada da vücudun beyin kimyasını dengeleyerek sigara ve nikotin isteğini ayarlamaya, yoksunluğa bağlı sinirlilik, uykusuzluk, depresyon, iştah problemi gibi şikâyetleri azalttığını ifade etti.
KORONAVİRÜS ENDİŞESİYLE MEME SAĞLIĞINI İHMAL ETMEYİN
Koronavirüs sürecinin başlangıcından itibaren pek çok insanın virüse yakalanma endişesi ile sağlık sorunlarını ertelediği gözlemleniyor. Evde kalarak virüsten korunma düşüncesiyle tedavisi geciktirilen bu problemler arasında, meme kanseri gibi hayati tehlikeye neden olan hastalıklar da bulunuyor. Memorial Bahçelievler Hastanesi Meme Sağlığı Merkezi’nden Prof. Dr. Fatih Aydoğan, memede fark edilen kitlelerin ihmal edilmesinin dışında, radyoterapi ya da cerrahi operasyonların ötelenmesinin ileri evre ve metastatik hasta sayısının artmasına neden olduğuna dikkat çekerek, meme kanserinde erken tanı ve tedavinin önemi hakkında bilgi verdi.
Zamanla yarış çok önemli
Yeni tip koronavirüs covid 19’un dünya genelinde pandemi ilan edilmesiyle birlikte ülkemizde de sağlık alanında acil olmayan birçok tedavi ve ameliyat ertelendi. Özellikle covid 19 hastalarının yoğun olduğu bölgelerde bilimsel derneklerin de önerisiyle meme kanseri tanı ve tedavi süreçlerinde de bazı değişiklikler yapıldı. Rutin tarama programları da bu dönemde geçici olarak durduruldu. Hastaneye gelmesi zorunlu olmayan hastaların sağlık ihtiyaçları için de e-doktor uygulamaları daha fazla kullanılmaya başlandı. Bu tablo içerisinde memede kitle şüphesi yaşayan birçok hasta virüs endişesiyle doktora başvurmayı erteledi. Ancak unutulmamalıdır ki; meme kanseri, tedavisi geciktirilecek bir hastalık değildir ve zamanla yarış hayat kalitesi ile süresi açısından çok önemlidir.
Erken tanının tedavi sürecine olumlu etkisi yüksek
Meme kanseri günümüzde erken evrede tamamen tedavi edilebilmekte ve hastalık seyri iyileşmektedir. Erken tanı alan hastalarda “meme koruyucu cerrahi” ile sadece kitle çıkarılmakta, koltuk altı lenf bezlerinin hepsinin alınmasına gerek olmamaktadır. Çevre dokuların zarar görmediği bu operasyonun sonrasında kemoterapi tedavisi daha az sayıda hasta için gündeme gelmektedir. Donanımlı merkezlerde, deneyimli ekipler tarafından yürütülen meme kanseri tedavisi son derece başarılı sonuçlar vermektedir. Hastalar doğru tedavi planlaması ile iş ve sosyal yaşamlarına kısa sürede geri dönebilmektedir.
Veriler, virüs endişesinin ihmale yol açtığını ortaya koyuyor
İngiltere’de yapılan bir araştırmada geçen yılın aynı ayına göre bu yıl hastaneye başvuran kanser hastalarında %60 azalma olduğu ortaya konulmaktadır. Türkiye’de hastanelere giden meme kanserli yeni hasta sayısı da azalmış durumdadır. Bu hastaların bir kısmı mamografi ve diğer tarama tetkiklerinin yapılamaması nedeniyle tanı konulamayan gruptadır. Bir kısmı da şüpheli bulgusu olmasına rağmen virüs endişesiyle hastaneye başvurmayı erteleyen hastalardır.
Geciken vakaların oranı artıyor
Son dönemlerde doktora başvurarak meme kanseri tanısı alan hastalar arasında lokal ileri evre ve metastatik meme kanserli hasta sayısının önceki yıllara göre daha fazla oranda olduğu gözlemlenmektedir. 2014 yılında yayınlanan bir çalışmada, Türkiye’nin de içinde olduğu bazı ülkelerde meme kanseri hastalarının tanı ve tedavide ortalama 3 ay gecikme yaşadığı saptanmıştır. Pandemi döneminde de hastaların hastaneye başvurma konusundaki erteleme ve gecikmelerin bu süreyi daha da artırmış olabileceği bilinmektedir.
1 ay bile çok değerli
Meme kanserinin bazı alt tipleri çok hızlı büyüyebilmektedir. Bu hastalarda tedaviye 1 ay geç başlanması, hastalık seyrine ve kişinin yaşam süresine olumsuz etki edebilmektedir. Bu nedenle yeni ortaya çıkan kitle, meme cildinde ya da ucunda içeri çöküklük, tek taraflı meme ucu akıntısı ve koltuk altında kitle gibi şüpheli bulguları olan hastalar vakit kaybetmeden bir sağlık kuruluşuna başvurmalıdır.
Hastaneler gerekli güvenlik önlemleri ile hizmet veriyor
Hastanelerde yeni normal sürecinde de hastaların sağlığı ve güvenliği için her türlü güvenlik önlemleri alınarak hizmet verilmektedir. Maske kullanımı, sosyal mesafe gibi kurallara uyularak, hastaların meme kanseri konusunda erken tanı ve tedavi olanaklarından faydalanması hayati önem taşımaktadır.
22 Haziran 2020
ALS hastalığına fren olacak ilaç geliştiriliyor
Boğaziçi Üniversitesi Moleküler Biyoloji ve Genetik Bölümü öğretim üyesi Doç. Dr. Umut Şahin’in yürütücüsü olduğu proje ile nadir hastalıklar kapsamında değerlendirilen ve geliştirilmiş etkili bir tedavisi tedavisi bulunmayan ALS (Amiyotrofik Lateral Skleroz) hastalığını, hastalığın semptomları ortaya çıkar çıkmaz engellemeyi hedefleyen ilaç geliştirilecek. 21 Haziran Dünya ALS Günü dolayısıyla, yürüttüğü proje hakkında bilgi veren Doç. Dr. Umut Şahin, ALS’de görülen protein çökelmesini tamamen engelleyecek bir tedavi olarak literatürde bir ilki gerçekleştirmeyi hedeflediklerini belirtti.
Boğaziçi Üniversitesi Moleküler Biyoloji ve Genetik Bölümü öğretim üyesi Doç. Dr. Umut Şahin, EMBO’nun (Avrupa Moleküler Biyoloji Organizasyonu) desteklediği ve ek olarak TÜBİTAK ve Fransa Dışişleri Bakanlığı ortaklığıyla yürütülen Bosphorus Ortak Proje Çağrısı sonucunda desteklenen altı proje arasında yer alan araştırmayla ALS gibi nöro-dejeneretif hastalıklarda görülen protein çökelmesini tamamen engelleyecek bir tedavi olarak literatürde bir ilki gerçekleştirmeyi hedeflediklerini belirtti.
Nörodejeneratif hastalıklar ve bazı kanser türlerinin iyileştirilmesine yönelik tedavi geliştirmeye çalıştığını aktaran Doç. Dr. Umut Şahin, 21 Haziran Dünya ALS Günü dolayısıyla yürüttüğü proje hakkında görüşlerini paylaştı. Şahin, “Uzmanlık alanım genel olarak protein biyokimyası, özel olarak da proteinlerin stabilitesinde veya yıkımında etkili olan hücresel mekanizmaları ve farmokolojik ajanları araştırmak. Bu kapsamda prostat kanserinden ALS’ye farklı hastalıkların tedavisinde benzer bir temele dayanan bir tedavi yöntemi geliştirmeye çalışıyoruz bu hastalıklara yol açan proteinleri yıkıma uğratmaya yönelik. Protein çökelmesi gerek birçok ALS alt türü, gerekse birçok farklı nörodejeneratif hastalıkta ortak bir olgu olarak gözlemlendiği için, protein çökelmesinin önüne geçmek ALS hastalığının tedavisinde büyük başarı sağlayabilir’’ dedi.
ALS’nin 30 farklı alt tipi bulunuyor
Genetik alanında nadir hastalıklar kapsamında değerlendirilen ALS’nin şu ana kadar geliştirilmiş etkili bir tedavisi bulunmuyor. ALS hastalığının kalıtsal geçiş gösteren türleri olduğu gibi genlerdeki spontane mutasyonlarla ortaya çıkan türleri de olduğunu açıklayan Şahin, bugüne kadar yaklaşık 30 farklı genin ALS ile ilişkilendirildiğini belirterek şöyle devam etti:
“ALS gibi nöro-dejeneratif hastalıklarda gördüğümüz protein çökelmesi denilen ortak bir durum var. Çökelme hücre için kötü bir şey çünkü hem o protein işlevini kaybediyor hem de hücre içinde toksisite yaratmaya başlıyor. ALS ile ilişkilendirilen 30 kadar gen olması, 30 farklı ALS alt tipinin olması anlamına geliyor. ALS’nin protein çökelmesi sonucu ortaya çıkıp çıkmadığı tartışılan bir konu ama protein çökelmesi bu alt tiplerin birçoğunda ortak olarak görülen bir durum. Hatta Alzheimer, Parkinson, Huntington gibi diğer nöro-dejeneretif hastalıklarda da protein çökelmesi görülüyor.”
Araştırdıkları tedavi yönteminin ALS hastalarında görülen protein çökelmesini tamamen durdurabilecek nitelikte olduğunu paylaşan Doç. Dr. Umut Şahin, bunun için ALS ile yeni ilişkilendirilmiş bir gen üzerinde çalışmaya başladıklarını ifade etti.
İlacın hastalığın hangi aşamasında kullanılabileceğini anlamak için çeşitli pre-klinik çalışmalar yapacaklarını paylaşan Şahin, söz konusu ilacın FDA tarafından onaylanmış, hali hazırda kullanılan ve yan etkileri az olan bir ilaç olduğunu ekledi. Şahin, bir ilacı başka bir amaç için kullanmayı ifade eden “Drug re-purposing” patentine başvurduklarını belirterek geliştirecekleri tedavinin hem hastalığın diğer alt türleri hem de farklı nöro-dejeneretif hastalıklar için kullanılabileceğini vurguladı.
Eviniz Bebeğiniz İçin Ne Kadar Güvenli?
Evinizi, bebek ve çocuklar için nasıl daha güvenli hale getirebilirsiniz? Koronavirüs kapsamında ev içerisinde nelere dikkat edilmesi gerekiyor? İstanbul Okan Üniversitesi Hastanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Sevinç Çabukoğlu, açıkladı.
Hareketlenme başlayınca tehlikeler de artıyor!
Evlerimizde bebekler için asıl tehlike, hareketlenmeye başladıkları zaman başlar. Bu nedenle, bebekler emeklemeye, sıralamaya ve yürümeye başlamadan önce evde bazı güvenlik önlemlerinin alınması gerekir. Çünkü bu aylardaki bebekler, etraflarındaki her şeyi merak eder ve tanımak isterler, tehlike, kaza kavramları ile ilgileri yoktur. Yüksek bir yerden kendilerini atabilirler, balkonun demirliklerine tırmanabilirler, bir sokak köpeğinin üzerine korkusuzca atlayabilirler. Bu aşamada çocuğu kısıtlamak yerine, ona zarar verebileceğini düşündüğümüz her şeyi ortadan kaldırmak gerekir. Alınabilecek pratik önlemlerin yanında, uygun çocuk güvenliği ürünlerini kullanarak da evlerimizi güvenli hale getirebiliriz.
Deterjan konulan alçak dolaplar kilitli tutulmalı!
Annelerin ev içinde en çok meşgul oldukları yer, genellikle mutfaktır. Bu nedenle bebeklerin de, mutfağa karşı ilgileri büyüktür. Özellikle temizlik malzemelerinin yer aldığı dolaplara dikkat edilmesi gerekir, genellikle temizlik ürünlerini mutfakta lavabo tezgahının altındaki dolaba koyarız. Bu dolabın özellikle kilitli tutulması çok önemlidir. Bebekler; her şeyi ağızlarına götürerek keşfetmeye çalışır, eğer çamaşır suyu gibi temizlik malzemesi kutularına ulaşırlarsa, kapağını açmayı başarıp, içebilirler ve bu da hayati önem arz eden istenmeyen sonuçlar doğurabilir. Aynı şey tabi, banyoda yine temizlik malzemelerinin konduğu dolaplar için de geçerlidir. Ya da temizlik malzemeleri bebeğin ulaşamayacağı bir yere kaldırılmalıdır. Mutfakta ocak üstünde çaydanlık, tencere gibi içinde sıcak su, yemek içeren eşyalar ocağın arka bölümünde çocuğun ulaşamayacağı yerde olması gerekir. Fırın sıcakken bebeğin mutfağa girişi kısıtlanmalıdır.
Kesici aletlere ve minik eşyalara dikkat!
Çatal, bıçak gibi kesici, delici mutfak eşyalarının muhafaza edildiği çekmeceler de bebek ve çocukların ulaşamayacağı şekilde, çekmece kilitleri ile kapatılmalıdır. Buzdolabı üzerindeki renkli, mıknatıslı, küçük objelere de dikkat etmek gerekir. Bu objeler bebeğinizin ilgisini çekecektir ve kolaylıkla ağzına götürüp yutabilir ya da daha kötüsü solunum yollarına kaçırıp boğulma tehlikesi yaşayabilir.
Beşik ve prizler bir diğer güvenlik unsurları!
Bebek odasında, bebeğin karyolası ya da beşiğinin kalitesi önemlidir. Parmaklık aralıklarının bebeğin geçemeyeceği aralıkta olması gerekir. Koruyucu parmaklıkların boyu, bebeğin aşamayacağı uzunlukta olmalıdır. Karyolanın içerisindeki yatağın boyutu uygun olmalı, karyolanın içinde yatak kaymamalıdır. Evin içindeki tün prizlere koruyucu kapak takılmalı, elektrik kabloları, bebeğin erişemeyeceği şekilde gizlenmelidir, aksi takdirde bebek kabloları kemirebilir, prizlere parmağını sokabilir. Bebeğiniz ya da çocuğunuz odasında yalnızken, kesinlikle odasının kapısını tam kapatmamak gerekir, mümkünse başında bir büyük olması gerekir. Bebeğin yatağını mümkünse pencere altına koymamalıyız, odanın havalandırılması sırasında bebeğiniz pencereye tırmanabilir.
Bebeğinizin banyoya tek başına gitmesine izin vermeyin
Bebeğinizin ya da çocuğunuzun, tek başına banyoya girmesi tehlikeli olabilir. Çocuk; ıslak ve kaygan zeminde kayıp düşebilir. Banyo dolaplarının kapıları, kilitli olmalıdır. Ayakları üzerinde durup banyo yapmaya başladıkları zaman, küvet içinde kaydırmaz mat kullanmak gerekir, batarya gibi sert, sivri düşüp çarpabilecekleri objelerin üzeri koruyucu ile kaplı olmalıdır. Klozet kapakları hep kapalı tutulmalıdır. İçi su dolu kova vb. ortada bırakılmamalı, bebekler klozet içine ya da kova içine abanıp ters bir şekilde içine düşüp boğulma tehlikesi ile karşı karşıya kalabilirler.
Evin düzeni bebeğe göre ayarlanmalı
Oturma odalarında, salonlarda, sehpa, masa, büfe gibi köşeli ve sert cisimler; bebeğiniz için tehlikeli olabilir. Bebeğiniz için tehdit olabilecek sehpa gibi eşyalar mümkünse kaldırılmalıdır. Mümkün değilse sivri köşe ve kenarlar için kauçuk koruyucu bantlar kullanılmalıdır. Televizyon ünitesi, vitrin gibi eşyaların bebeğin üzerine devrilmesini önlemek için sabitlenmeleri gerekir. Vazo, biblo gibi kırılabilir eşyaların kaldırılması ya da sabitlenmesi uygun olacaktır. İçinde merdiven olan evlerde, merdivenler için olan güvenlik kapıları kullanılmalıdır. Ev bahçeli ise, bahçe kapısı kilitli olmalı, havuz varsa havuz için de önlemler alınmalıdır. Ev içindeki halıların altına kayganlık önleyici bantlar konmalıdır, aksi halde çocuklar oyun esnasında koşarken kayıp düşebilirler. Evdeki ilaçların saklandığı yer de çok önemlidir, kesinlikle ilaçların hepsi kilitli bir dolapta, çocukların ulaşamayacağı bir şekilde muhafaza edilmelidir.
Peki koronavirüs kapsamında neler yapmak gerekiyor?
Buraya kadar, bebek ve çocuklarımızın güvenliği için; evlerimizde genel olarak almamız gereken önlemlerden bahsettik. Ancak günümüzde, tüm dünya koronavirüs salgınıyla savaşıyor. Tüm umumi ve hususi alanlar, büyük tedbirlerle dezenfekte ediliyor. Evden pek fazla çıkmadığımız bu karantina günlerinde yaşam alanlarının; hem kendi sağlığımızı hem çocuklarımızın sağlığını korumak için hijyen koşullarına uygun hale getirilmesi gerekmektedir. Öte yandan temizlik yaparken, aşırı miktarda kimyasal ürün kullanılması; hem doğaya, hem de evdeki kişilerin, çocukların solunum yollarına zarar verebilir. Daha doğal ve etkili yöntemlerle, doğru temizlik yapılabilir. Örneğin; sıcak suyun içine bir miktar sirke ilave edip, sirkenin keskin kokusunu bastırmak için güzel kokulu bir deterjan da ekleyerek yüzey temizliği yapılabilir. Kumanda, kapı kolları, prizler gibi sık sık dokunduğumuz yerleri yüzde 70’lik alkol içeren el dezenfektanları ya da kolonya ile temizlemek mümkündür.
Bulaşıklar mutlaka bulaşık makinesinde yıkanmalı!
Evlerimizin temizlenmesinde bir diğer önemli husus da; odalarımızın düzenli bir şekilde havalandırılmasıdır. Çamaşırların yüksek derecede (60-90 derecede) sık sık yıkanması, yıkanan kıyafetlerin mümkünse yaşam alanları dışında bir yerde ya da mümkünse kurutma makinesinde kurutulması tavsiye edilir. Yeme, içme alanlarının temizliğinde de çok dikkat edilmeli, bulaşıklar mutlaka bulaşık makinesinde yıkanmalıdır. Pişirilen yemeklerin iyi piştiğinden emin olmak gerekir. Kişilerin her gün, özellikle evlerindeki temizlik işleri sonrası duş almaları gerekir. Ebeveynlerden biri ya da ikisi işe gittiyse ya da market vb. için zorunlu olarak dışarı çıktıysa eve döndüklerinde, ayakkabılar mümkünse balkona konmalı, çocuklarıyla temas öncesi mutlaka duş alınmalı, kıyafetler yıkanmalı ya da balkon gibi dış ortamda bırakılmalıdır. Ellerimizi sık sık, en az 20 sn. olacak şekilde yıkamamız,bu zor dönemde çok önemlidir,özellikle ebeveynler bebeklerinin ya da çocuklarının kişisel bakımları öncesi ya da çocuklarını kucaklarına almadan önce ellerini çok iyi yıkamalıdır.
17 Haziran 2020
Sınav öncesi ne yemeli ne içmeli
Liselere Geçiş Sistemi (LGS) sınavında adayların başarısını artıracak mucizevi bir besin yok ama yeterli su tüketimi ve dengeli bir beslenmeyle sınav stresini azaltmak ve başarıyı desteklemek mümkün. Sabri Ülker Vakfı’nın bilgilendirmesine göre sınav öncesi stresi azaltmaya yardımcı olacak besinleri tüketmek, sınav sabahı ise güne güzel bir kahvaltıyla başlamak adayların motivasyonunu artırmaya yardımcı oluyor.
Liselere Geçiş Sınavı’na sayılı günler kala sınava girecek adaylar ve ailelerinin heyecanı artarken, özellikle sınav öncesi ne yiyip ne içilmesi gerektiği merak konusu oluyor. Sabri Ülker Vakfı’nın paylaştığı bilgilere göre sınava günler kala dikkat ve öğrenmeyi desteklemek amacıyla güne mutlaka sağlıklı, yeterli ve dengeli beslenmeyi destekleyen bir kahvaltı ile başlamak gerekiyor. Tam tahıllı ekmek, yumurta, az tuzlu peynir, aşırıya kaçmamak koşuluyla taze meyve ve sebzeler, pekmez/bal, ceviz, fındık gibi yağlı tohumlardan oluşan bir kahvaltı tercih edilebilir. Yoğurt/süt, yulaf, taze meyveler ile ceviz, fındık gibi sert kabuklu kuruyemişler gibi besleyici ve farklı bir alternatif de düşünülebilir. Öğle ve akşam yemeğinde kuru fasulye, nohut, mercimek gibi baklagiller, sebze yemekleri, haşlama, buğulama, fırında veya ızgarada et-balık-tavuk-hindi tüketilebilir. Gaz yapma ihtimaline karşı baklagilleri öğle öğününde tüketmekte fayda olabilir. Daha dengeli bir öğün için yemeklerin yanına yoğurt, ayran, cacık, salata ve tam tahıllı ekmek eklenebilir. Hava sıcaklığının arttığı şu günlerde günde en az 6-8 bardak su içmeye de özen göstermek gerekiyor. Özellikle hemen sınav öncesinde (akşam ve sınav sabahı kahvaltı) kişinin alışık olmadığı hiçbir besin ve/veya sıvı tüketilmemelidir. Özellikle sınav sabahları akademik performansı artıracağı düşünülen birçok karışımın (sıvı veya besin) tüketildiğini biliyoruz! Bunlardan lütfen kaçınınız.
Stresi azaltmaya destek olan besinlere sofranızda yer açın
Tam tahıllı ekmek ve yulaf gibi kompleks karbonhidratlar beyindeki sakinleştirici etkiye sahip serotonin düzeylerini artırarak, kan basıncını dengeliyor, magnezyum gibi bazı mineraller ve B grubu vitaminler nedeniyle de dikkatin daha uzun sürmesini de yardımcı olabilmektedir. Omega-3 deposu balık, beynin sağlıklı sinir hücrelerinin oluşumuna yardımcı olması nedeniyle, iyi bir besin alternatifi olarak düşünülebilir. Somon, hamsi, istavrit gibi yağlı balıklar veya alternatif olarak salatalara ceviz veya keten tohumu gibi Omega-3 yağ asitleri içeren besinler eklenerek, stres yönetimini desteklemek de mümkün. Yumurta, kaliteli bir protein kaynağı olmasının yanı sıra B grubu vitaminleri açısından ve stres yönetimine destek olan önemli bir amino asit olan triptofanın da iyi bir kaynağı. Sabahları kahvaltıya yumurta ekleyerek hem daha tok kalmak hem de stresi azaltmak mümkün olabilir.
Sınava 1 gün kala neler tüketmek gerekiyor?
- Sindirim sorunu yaşamamak için alışık değilseniz kuru fasulye, nohut, mercimek, bulgur pilavı gibi gaz yapıcı besinleri tüketmeyin.
- Daha önce hiç yemediğiniz herhangi bir besini veya yemeği ilk defa o gün denemeyin.
- Açıkta ve sokakta satılan yiyeceklerden uzak durun, bu tür yiyecekler besin zehirlenmelerine yol açabilir.
- Evde en sevdiğiniz yemeği yemeniz motivasyonunuzu artırmaya yardımcı olabilir.
- Her zamanki porsiyon ölçünüz kadar ve iyice çiğneyerek yemekleri tüketin, günlük beslenme alışkanlıklarınızın dışına çıkmamaya gayret edin.
- Aşırı çay, kahve ve gazlı içeceklerle aşırı tuz tüketiminden kaçının, uyku düzeninizi koruyun.
Sınav sabahı kahvaltıya dikkat!
• Sınav sabahı güne mutlaka rutin kahvaltınızla başlayın. Kahvaltı yapılmazsa sınavda baş ağrısı, dikkatsizlik, yorgunluk ve kan şekerinin düşmesi gibi sorunlarla karşılaşabilirsiniz. Bu durum sınav başarınızı olumsuz etkileyebilir.
• Kahvaltıda çok tuzlu olmayan peynir çeşitleri, tercihen haşlanmış yumurta, aşırıya kaçmamak koşuluyla taze sebze ve meyveler ile taze meyve suyu veya süt ve tam tahıllı ekmek, bir tatlı kaşığı kadar reçel, bal veya pekmezle dengeli bir kahvaltı yapmak gerekiyor. Alışık olmadığınız hiçbir besini ve sıvıyı tüketmeyiniz.
• Kahvaltıda tuz içeriği yüksek yiyeceklerden kaçının ve tuz da kullanmayın, aksi halde sınavda fazla susamanıza yol açabilir.
• Sınav sabahı su tüketmeyi ihmal etmeyin.
İki Gözünü De Kaybedebilirsin” Denmişti, Operasyonla Kurtuldu
İstanbul’da yaşayan, 8 yaşından beri miyop olan ve gözlük kullanan İpek Filiz 18 yaşına geldiğinde her iki gözde ani görme kaybı şikâyetiyle doktorlar ona iki gözünü birden kaybedebileceğini söyledi. Dünyası başına yıkılan Filiz, "Çok endişe ettim. O gün çok üzüldüm ve ağladım" diyor. Doğru yöntem kullanılarak yapılan ameliyat sayesinde retina yırtıklarına bağlı dekolmandan kurtulan Filiz, toparlandığını ve çok mutlu olduğunu söyledi.
Retina dekolmanı adı verilen hastalığın 10.000’de 1 kişide görülen bir hastalık olduğunu belirten Göz Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Sinan Tatlıpınar ise gençlerde bu durumun daha nadir görüldüğünü ifade etti.
NADİR GÖRÜLEN BİR VAKA
Bu hastalığın genellikle tek gözde görülmesinden dolayı hastası İpek Filiz'in daha da nadir bir vaka olduğunu belirten Yeditepe Üniversitesi Hastanesi Göz Hastalıkları Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Sinan Tatlıpınar, şu bilgileri verdi: "Hastamız bize 18 yaşındayken her iki gözde de ani görme azlığıyla başvurdu. Muayenede her iki gözde eşzamanlı retina ayrılması (retina dekolmanı) tespit ettik. Retina dekolmanı, gözün arkasında yer alan ağ tabakasının yırtıklar sonucu göz duvarından ayrılması durumudur. Duvar kâğıdının duvardan ayrılması gibi düşünebilirsiniz. Retinayı da eski filmli fotoğraf makinelerinin filmi gibi düşünebilirsiniz. Bu hastamızın özelliği yaşının oldukça genç olması ve iki gözde aynı anda retina dekolmanı olmasıdır."
RETİNA DEKOLMANI KİMLERDE GÖRÜLÜR?
Retina dekolmanlarının genellikle 50 yaşın üzerinde görüldüğünü belirten Prof. Dr. Tatlıpınar hastalık ile ilgili olarak şu bilgileri verdi; "Retina dekolmanlarının çoğunu 50 yaşın üzerinde görüyoruz. Bu hastalarda öncesinde tipik olarak ani başlayan ışık çakmaları (flaş çakması) ve sinek uçuşmaları görülmesidir. Bunların nedeni gözünün arka iç kısmını dolduran göz içi jelinin yerinden ayrılmasıdır. Bu şikâyetler hastayı hemen bir göz hekimine gitmesi için uyaran bulgulardır. Yani ani başlayan ışık çakması veya uçuşmaları olanlar hemen bir göz hekimine başvurmalıdır.
Gençlerde ise genellikle yüksek miyop ya da çarpma, darbe alma gibi travmalara bağlı retina dekolmanları görülür. Yine gençlerde daha nadir görülen bir alt tipi ise orta seviyedeki miyop hastalarda yavaş ilerleyen retina dekolmanlarıdır. Bunların özelliği hastalarda belirtiler başladığında, yani merkezi görme kaybı uluştuğunda, çoğu kez ilerlemiş olmasıdır ve öncesinde ışık çakması gibi şikâyetler çoğu kez görülmez". Bizim hastamız da bu tipte bir dekolmandı.
"MİYOP HASTALAR YILDA 1 KEZ GÖZ DİBİ MUAYENESİ YAPTIRMALI"
Yılda bir göz muayenesinin uygun olduğu ve gerekli gözlerde göz bebeklerini büyütülmesiyle retinanın daha detaylı görülebileceği hatırda tutulmalıdır. Retina dekolmanının gözlerde ışık çakması, sinek uçarmış gibi bir hissiyat ile belirti verdiğini ifade eden Prof. Dr. Tatlıpınar özellikle miyoplarda yılda 1 kez gerçekleştirilen rutin muayenede göz dibi muayenesinin yapılmasının önemli olduğunu söyledi. Prof. Dr. Tatlıpınar, "Bizim için önemli olan şeylerden bir tanesi miyop kişilerin yılda 1 kez yapılan rutin muayenelerinde gözbebeklerinin büyütülerek retinanın taranması gerekliliği. Bu şekilde erken dönemde retinadaki delik ve bunlara bağlı başlangıç dekolman saptanabilirse lazer ile ameliyata gerek kalmadan engellenebilir. Retina yırtıklarının hepsi dekolmana gitmiyor. Bazen vücut tarafından sınırlandırılabiliyor ama bunlara tam olarak güvenmemek ve lazerle bu alanları sağlamlaştırmak gerekiyor. Çünkü özellikle travma ya da ağır kaldırma gibi nedenlerle vücudun oluşturduğu bu sınır aşılabilir.
"DARBE YA DA AĞIR KALDIRMA İLE OLUŞABİLİR"
Retina dekolmanı ameliyatlarının çoğu kere genel anestezi ile gerçekleştirildiğini ifade eden Prof. Dr. Tatlıpınar, farklı tekniklerle retina yırtığının kapatıldığını ve bu şekilde göz duvarı ile retina arasındaki sıvının emilerek bu boşluğun ortadan kaldırıldığını söyledi. Prof. Dr. Tatlıpınar, sözlerine şöyle devam etti: "Ameliyat sonrası ilk birkaç gün hastalarda batma, yanma olabilir. Genellikle 1 haftadan sonra bu şikâyetler azalır ve genelde 1 ay içinde de bulgular oturur. Ameliyat dıştan (skleral çökertme) veya göz içerisinden (vitrektomi) teknikleriyle yapılabilir. Bizim hastamızdaki gibi olgularda ilk tekniğin tercih edilmesi uygun gözlerde başarılı sonuçlar vermektedir. Ayrıca göz yüzeyinden bir işlem olduğu için hastamızda olduğu gibi iki göz aynı günde ameliyat edilebilmiştir. Hastamızda ameliyat sonrası ilk gününde retina altındaki sıvı emilmiş ve eski yerine oturmuştu.”
"YIKILDIM VE HİÇBİR ŞEY DÜZELMEYECEK DİYE DÜŞÜNDÜM"
8 yaşından beri gözlük takan ve 18 yaşında doktorların "Çift taraflı retina dekolmanına bağlı kör olabilirsin" demesi üzerine bir anda tüm hayatı kararan üniversite öğrencisi İpek Filiz, "Göz numaram hep yüksekti ama onun dışında bir şikâyetim yoktu. Gözümün önünde bulanıklık ve sinek gibi uçuşmalar başlayınca bir göz doktoruna gittim. Gittiğimde detaylı bir göz dibi muayenesi gerektiğini söylediler. Orada yeterli cihaz imkânları yoktu. Gittiğim bir diğer doktor ise acil ameliyat gerektiğini ve kör olabileceğimi söylediler. Ben de çok endişelendim o gün. Üzüldüm ve çok ağladım. Sonrasında doktorum Sinan Tatlıpınar'ı buldum. O da bir muayene sonrası hemen ameliyat gerektiğini söyledi. Bu şekilde gözlerimi kurtardı. İlk duyduğumda yıkıldım ve hiçbir şeyin düzelmeyeceğini düşündüm ama toparlandı" dedi.
Hamilelere 13 normalleşme önerisi
Tüm dünyayı etkisi altına alan Covid-19, yavaş yavaş etkisini yitirmeye başlıyor. Ancak bu, risklerin tamamen yok olduğu ve eski yaşantımıza hızlı bir dönüş yapacağımız anlamına gelmiyor. Her ne kadar bütün ülkeler bir an önce normale dönmek istese de daha önce alınmış güvenlik önlemlerinin hepsini terk etmenin çok doğru olmadığını hatırlatan Anadolu Sağlık Merkezi Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Op. Dr. Nuri Ceydeli, “Bundan sonraki süreçte daha önce alışık olmadığımız bir düzen süreceğimiz kesin. Coronavirus salgınında aldığımız önlemlerin daha hafif versiyonlarını belki uzun süreler devam ettireceğiz. Hemen hiçbir şey yaşanmamış gibi eski hayatımıza dönmek, özellikle gebeler açısından doğru değil” açıklamasında bulundu.
Anadolu Sağlık Merkezi Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Op. Dr. Nuri Ceydeli, hamilelere normalleşme sürecinde dikkat etmeleri gereken noktalar hakkında 13 öneride bulundu.
- Öncelikle sosyal mesafeyi koruyun.
- Belki hükümetler tarafından zorunlu kılınabilecek maske takma kültürünü doğru ve sağlıklı bir şekilde uygulamaya devam edin. Maskesiz sokağa çıkmayın.
- Çok kalabalık ortamlardan mümkün olduğunca uzak durun. Kalabalık ortam ve aile ziyaretlerinde ekstra dikkatli olun, maskeyi ihmal etmeyin.
- AVM, uçak gibi kapalı havalandırma sistemlerinin çalıştığı ortamlarda mecbur kalmadıkça bulunmayın.
- Toplu yemek yenen restoranlara gitmeyin.
- Özlenen yaz tatili yaklaştığı için açık büfe sistemi ile çalışan mekanlardan olabildiğince uzak durun.
- Ertelenebilecek aile içi, kişisel veya iş görüşmelerinizi olabildiğince erteleyin.
- Yapılması mümkün olan işleri olabildiğince elektronik yoldan ve sosyal medya aracılığıyla ile yapın, kişiler arası teması maksimum düzeyde azaltın.
- Toplu taşıma araçlarını mümkünse çok etkin kullanmayın.
- Tüm önlemelerin yanında sağlıklı yaşamaya, sağlıklı beslenmeye, uygun şartlarda spor yapmaya devam edin.
- Doktorların önerdiği tavsiyelere uyun, uygulayın ve düzenli kontrollerinizi güvenliğinizi alarak ihmal etmeyin.
- Gebelik sırasında ve daha sonra lohusalık süresince de olabildiğince fazla insan ile teması azaltın.
- Mutlaka bol sıvı alın.
16 Haziran 2020
Kan grupları ile Covid-19 arasında ilişki var mı?
Tüm dünyayı etkileyen Covid-19 salgınının nedenleri ve tedavisine ilişkin çalışmalar devam ederken; bilim insanları hastalığın kimilerinde şiddetli kimilerinde hafif şekilde seyretmesine ilişkin nedenleri de araştırıyor. Salgının ilk günlerinde başlayan çalışmaların çoğunun yaz aylarında sonuç vereceğini belirten Moleküler Biyoloji ve Genetik Uzmanı Doç. Dr. Korkut Ulucan, “Son yapılan bir çalışma, bazı insanların hastalığı daha şiddetli geçirmesinin nedeninin genlerle ilgili olduğunu ortaya koydu” dedi. Doç. Dr. Korkut Ulucan, İspanya ve İtalya’daki hastalar üzerinde yapılan çalışmada A kan grubuna sahip hastaların diğer kan gruplarına sahip hastalardan 1,5 kat daha fazla solunum problemi yaşadıklarının tespit edildiğini kaydetti.
Üsküdar Üniversitesi Moleküler Biyoloji ve Genetik Bölümü’nden Doç. Dr. Korkut Ulucan, yapılan araştırmalar sonucu ortaya çıkan Covid-19 ve genler arasındaki ilişkiye dair çarpıcı bilgiler paylaştı.
Covid-19’un ülkemizde ve dünyada her ne kadar hızı kesiliyor gibi gözükse de yayılmaya devam ettiğine işaret eden Doç. Dr. Korkut Ulucan, “Bazı ülkeler başarılı hamlelerin sonucunda hastalığı kontrol altına almış olarak gözüküyor, bazı ülkelerde ise normalleşme sonrasında sayılarda artışlar olabiliyor. Her geçen gün yeni bilgiler elde etmeye devam ediyoruz. Son yapılan bir çalışma, bazı insanların hastalığı şiddetli geçirmesinin nedeninin genlerimiz olduğunu ortaya koydu. Tabii ki bu bilgi beraberinde tartışmaları da getirdi” dedi.
Salgın yeni tartışmalara neden olacak
Covid-19 ile ilgili her gün yeni bilgiler öğrendiklerini ve öğrenmeye devam edeceklerini belirten Ulucan, “Çalışmalar hızla devam ediyor ve sonuçları olgunlaşmaya başlıyor. Hastalığın ortaya çıkması ile başlayan çalışmaların çoğu yaz aylarında ilk sonuçlarını verecek. Koronavirüs, özellikle yaz aylarında tedavi, aşı ve genetik üzerinden tartışılacak gibi görünüyor. Şu ana kadar yapılan çalışmaların çoğu ya virüsün genetik materyali üzerineydi ya da insan genlerinden bazı spesifik genler üzerineydi. Ancak daha geniş verili ve total genomu kapsayan çalışma verileri henüz elimizde yoktu. Bu çalışmaların anlamlı olabilmesi için belli sayıda hasta olan ve olmayan bireylerin iyi sınıflandırılması ve daha sonrasında GWAS gibi uygun genetik metodoloji ile genetik taramaların yapılması gerekiyordu” dedi.
Veriler artık daha net
GWAS çalışmaları ile tek seferde birçok genetik varyant analiz edildiğini ifade eden Ulucan, “Genomumuz bölümler halinde değil total olarak analiz edilir. Nisan ayının sonu ve Mayıs ayının başında başlanan bu çalışmalar sonuçlarını vermeye başladı ama genetik çalışmaların sonuçları zaman alabiliyor. Hastalığın ilk gününden beri insan genlerinin bu hastalığa olan katkısının sınırlarını tahmin edebiliyorduk ama elimizde kesin kanıtlar yoktu. Şimdiki veriler ile çok daha net yaklaşımlarda bulunabiliyoruz. Bu çalışmalar tedavinin yönüne etkide bulunabiliyor” dedi.
A kan gruplarına sahip hastalar daha riskli bulundu
2 Haziran 2020 tarihinde yayınlanan bir çalışmanın hastalığın şiddeti ile kan grupları arasındaki ilişkiyi araştırdığını söyleyen Ulucan, sözlerine şöyle devam etti:
“Daha önce kan grupları ile yapılan ilk çalışmalardan biri Wuhan merkezliydi. Bu çalışma A kan grubuna sahip bireylerin daha sık hastalığa yakalandığı ile ilgiliydi. Aynı çalışma A kan grubunun hastalığı en azından yatarak geçirenlerde daha yüksek oranda bulunduğunu, 0 kan grubunun ise diğer kan gruplarına kıyasla daha az bulunduğunu göstermişti. Ancak o zamanlar elde edilen verilerin hastalık ve kan grubu ilişkisi için yeteri kadar değildi. Son yayınlanan çalışmada İspanya ve İtalya’daki hastanelerde yatılı olarak ventilasyon veya oksijen desteği alan bin 610 hasta ile aynı bölgelerden 2 bin 205 sağlıklı birey genetik açıdan analiz edildi. Elde edilen genetik varyasyonlar, iki grup arasında karşılaştırıldı. İki grup arasındaki en büyük farklardan biri kan gruplarını kodlayan genlerde bulundu ve A kan grubuna sahip hastaların diğer kan gruplarına sahip hastalardan 1,5 kat daha fazla solunum problemi yaşadıkları belirlendi. 0 kan grubunun ise hastalığın şiddeti üzerine koruyucu etki yaptığı gösterildi. Bunlar çok değerli bilgiler ancak halen kan grupları ve hastalığın şiddeti arasında net ilişkinin varlığı için yeterli olmadığını düşünüyorum.”
Covid-19’un şiddetini, bir gendeki farklılık belirliyor
Aynı çalışmada hastalığın şiddeti ile insanlardaki 3’ncü kromozomun özel bir bölgesinin ilişkili olduğunun belirtildiğini söyleyen Doç. Dr. Korkut Ulucan, “Artık hepimiz biliyoruz ki SARS - COV2 hücrelere ACE2 reseptör yolu ile giriyor. Tabii bu reseptörlere yardım eden bazı farklı reseptörler de mevcut. Bunlardan biri 3’ncü kromozomun hastalık ile ilişki kurulan bölgesinde yer alan ve bazı amino asitleri taşımasında rol alan SLC6A20 reseptörünü kodlayan gen. Bu gendeki bazı farklılıkların, hastalığın daha şiddetli geçirilmesi ile ilişkili olduğu belirlendi. Bu reseptör, kalsiyum ve klor minerallerine bağımlı çalışan bir molekül ve belki de hastalığın neden hipertansiyon hastalarında daha şiddetli olduğunu da açıklayabilir. Aynı bölgede bulunan ve hastalık ile ilişkilendirilen genler, bağışıklık sistemimizin önemli üyelerinden olan T hücrelerinin virüslerle karşılaştıklarında farklılaşmalarına neden olan genler. Bu genler üzerinde bulunan varyasyonlar, hastalığın şiddetli geçirilmesi ile ilişkili bulundu” dedi.
Yapılacak çalışmalar yol gösterecek
Doç. Dr. Korkut Ulucan, bu konuda birçok haber ve çalışma sonuçları görüleceğini belirterek “Artık elimizdeki veriler birikmeye başladı. Bu veriler ne kadar farklı popülasyonlardan gelirse o kadar değerlidir. Bu çalışmaların sonuçları tedavi, aşı çalışmaları ve hastalığın önlenmesi ile ilgili çok değerli bilgiler verecek” dedi.
Baba ile kurulan sağlıklı ilişki tüm yaşama olumlu katkı sağlıyor
Koronavirüs gölgesinde Babalar Günü yaklaşıyor. Pandemi toplum sağlığında olumsuz etkilere yol açmış olsa da beraberinde getirdiği evde karantina süreci, aileleri ile vakit geçirememekten yakınan babalar için fırsata dönüştü. Uzmanlar, baba ve çocuklar arasında sevgi odaklı sağlıklı bir ilişki kurulmasını ve babalardan içgüdüsel olarak güven duygusu beklendiği için babaların bu dönemde panik duygusunu maskelemelerini öneriyor.
Üsküdar Üniversitesi NP Etiler Tıp Merkezi Uzman Klinik Psikolog Serkan Elçi, yaklaşan Babalar Günü öncesi babalar ve çocuklar arasında kurulması gereken sağlıklı ilişkinin püf noktalarını paylaştı.
Pandemi babalar için fırsat yarattı
Karantina döneminin evde daha çok vakit geçirmek isteyen babalar için fırsat yarattığını belirten Uzman Klinik Psikolog Serkan Elçi, “Çoğunlukla evin dışında vakit geçiren ve uzun çalışma saatlerine sahip olan çoğu babalar için Covid-19 sürecinde evde geçirdikleri vaktin arttığını görmekteyiz. Pandemi süreci, ailesiyle vakit geçirememekten yakınan babalar için bir fırsata dönüştü. Fakat babalar için beklenmedik anda gelişen bu yeni yaşantıları, stresi de beraberinde getirdi. Her kesimin olduğu gibi onların da geleceğe dair belirsizlikle bakıyor olmaları muhtemeldir. Belirsizliğin oluştuğu ortamda huzurun olması da güçtür” dedi.
Panik duygusu maskelenmeli
Elçi, çocukların babalarından temel ve içgüdüsel olarak güven duygusu beklediklerini söyleyerek sözlerine şöyle devam etti:
“Çocuklar kendilerini güvende hissetmek için de sık sık kaçamak bakışlarla babalarının gözlerinde onay ararlar. Güveni bekledikleri kişide paniği gözlemledikleri zaman tutumlarında farklılık görülebilir. Bu yüzden babalar, çocuklarıyla kurmuş oldukları ilişkide panik duygusunu maskelemeli, hissettikleri kaygıyı da çocuğun yaşına uygun şekilde dile getirmelidirler. Eğer kaygılarını dile getirmezlerse, çocuklar kendilerinden kaynaklı olarak babalarının gergin ve huzursuz olduğunu düşünmeye başlayabilirler.”
İletişim anne ile sınırlı kalmamalı
Bebeklerin dünyada bir başkasının da olduğunu fark ettiği ilk kişinin baba olduğuna dikkat çeken Elçi, “Çoğunlukla bu anne olarak bilinir fakat bebek kendisi ile annesini bir bütün olarak görür. Dolayısıyla babanın aktif varlığı dış dünyaya karşı ilk tanışmayı, haliyle dünyanın güvenilecek bir yer olduğunu ona gösterir. Aile içinde tek iletişimi anne ile olan çocuk, paylaşmayı da öğrenmekte güçlük çeker. Kendisini anneden ayrı bir birey olarak görmeye başladığında, babanın aile içerisindeki tutumu çocuğun gelecekteki kendi ailesine yönelik tutumlarını da öğretecektir. Bu yüzden evde destek ve yardımcı olan bir babanın varlığı, yetişkinlik döneminde de çocuğun yardımcı bir baba olmasına destek sağlayacaktır” dedi.
Yetişkin insan düşüncelerinde 3 faktör etkili
Yetişkin bir insanın düşüncelerini en temel üç faktörün belirlediğini belirten Elçi, “Bu 3 faktör; deneyimler, genetik geçişlilik ve model almadır. Model alınan ilk kişi cinsiyete göre farklılık göstermekle birlikte anne ve babadır. Yıllar geçtikçe gittikçe ‘anneme veya babama benziyorum’ dememizin en temelinde bu vardır. Hatta zaman zaman çocukken onlarda kızdığınız davranışları çocuğunuza yaparken bulursunuz kendinizi. Bu durumlara dair farkındalığı olan ebeveynler, hem çocukluk döneminde hem de yetişkin olduğunda ruhsal açıdan sağlıklı bir birey yetiştirmiş olurlar” dedi.
Huzursuz evde büyüyen çocuk olumsuz özellikler gösterebilir
Elçi, çocukların ilk model aldıkları kişilerin anne ve babaları olduğunu belirterek sözlerine şöyle devam etti:
“Çocuklar ebeveynlerini taklit eder ve onlar gibi olmaya gayret ederler. Dünyanın güvenli bir yer olduğu inancını da bu dönemde geliştirirler. Ailesi tarafından yeterince sevgi verilmemiş, güven duygusu yaşatılmamış, eşler arasında sık sık tartışmalar yaşanmış bir evde büyüyen çocuğun kaygılı, saplantılı veya korkulu bağlanma özellikleri göstermesi muhtemeldir. Bu durum da çocuğu yetişkinlik döneminde partnerinden ayrılamayan, hiçbir şekilde aile kuramayan ya da kurmuş olduğu ailede geçmiş sorunları yaşatan bir bireye dönüştürecektir. Evde şiddete uğrayan bir anne, ev içinde vakit geçirmekten kaçınan bir baba varsa ve bu nedenlerle kopuk bir iletişim varsa erkek çocuk da sorun çözme yönetiminin bu şekilde olduğunu öğrenir. Kendi kurmuş olduğu ailesinde de benzer davranışlar sergileyebilir. Kız çocuğu ise erkekleri güvenilmez, zarar verici bir cinsiyet olarak algılayabilir, adil dünyaya karşı olan temel güvenini yitirebilir. Babadan göremediği sevgi ve şefkati, kendinden yaşça büyük kişilerle duygusal ilişki kurarak sağlamaya yönelebilir.”
Babanın tavrı hayatı şekillendiriyor
Uzman Klinik Psikolog Serkan Elçi, dünyanın daha yaşanabilir olmasında ebeveynlerin büyük rolü olduğunu söyledi ve sözlerini şöyle sonlandırdı:
“Koruyan, kollayan, gücünü şiddet ile gösteren değil de sevgi ile perçinleyen bir babanın evlatları da kendi kuracakları yuvada benzerlerini gösterecektir. Diğer yandan baba ile kurulan sağlıklı ilişki, sağlıklı bir ruh halinin de getirisi olacaktır. Sadece çocukluk dönemi değil, yetişkinlikte de iletişimin kuvvetli olması birçok sorunun üstesinden gelmeye yardımcı olmaktadır. Her zaman desteğini, varlığını hissettiren, koşulsuz sizi kabul edecek birinin olduğunu bilmek, olumsuzluklar içerisinde de babadan duyulacak olan ‘yanındayım’ kelimesinin ne kadar büyük anlam taşıdığını unutmamak gerekir.”